TARİH FELSEFESİ-l
ÜNİTE: 1 TARİH FELSEFESİ NEDİR?
Bircan hanıma teşekkürlerimizle
“TARİH FELSEFESİ” HANGİ
ANLAMA/ANLAMLARA GELİR?
Tarih nedir? Bu soru, tarih için bir çerçeve
çizme gereksiniminden, onu diğer çalışma alanlarından ayırma çabasından
kaynaklanan, felsefi yönü de olan bir sorudur.
“Nedir?” sorusunun yapısal nitelik taşıdığını
ve aslında sorguladığı şeyin erek nedenini, yani o şeyin ne için var olduğunu
ortaya koymayı amaçladığını hatırlıyalım.
“Tarih ne demektir?” ilk olarak, Sami
dillerinde daha çok zamanla ilgili anlamlar yüklenmiş olan ve Türkçe’de böyle
bir kullanımı da bulunan “tarih”in, islâm tarihçiliğinde,
tanık olunmuş olayları kayıt altına almak üzere yıllıklar (annales) yazma
anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz.
Batı dillerinde history,
historia, vb. biçimlerde karşımıza çıkan
ve Türkçemizdeki “tarih”in karşılığı olan sözcük de Yunanca historeinden gelmektedir.
Historein, Yunanca’da “araştırma yoluyla bilme/öğrenme” anlamında,
ayrıca “hikâye” ve “tarih” anlamlarında kullanılmıştır
İçinde
bulunduğumuz çağda ise, tarihin kullanıldığı üç farklı anlamdan söz edilebilir.
·
ilki,
zamanla ilişkili olan; yani belli bir takvimlemeye göre herhangi bir olayın
ne zaman gerçekleştiğini söylerken kullanılan anlamdır.
.
·
İkincisi,geçmişin
tümü olarak tarihtir. Şimdiye dek olan biten, üretilmiş, yapılmış her şeyi kapsayan
zaman dilimine “geçmiş” dendiğinde, tarih etkisiz bir olaylar deposu olarak görülebilir,
fakat tarihi böyle algılamak yanlıştır; çünkü bugünkü eylemlerin veolayların
kökleri ya da nedenleri hep bu “geçmiş” denen alanda bulunmaktadır
·
Üçüncüsü,
geçmişe ilişkin araştırmalar yapan bir çalışma alanı olarak tarihtir;yani Ayhan Bıçak’ın deyişiyle “....şimdi ile geçmiş arasındaki ilişkilerin
nasıl olduğunu gösteren bir yol haritasıdır”
Çağımızda, tarihin üç farklı anlamından söz edilebilir:
1. Zaman dizinsel (kronolojik)anlam,
2. Geçmişin tümü olarak tarih,
3. Geçmişle ilişkin araştırmalar yapan bir çalışma alanı
olarak tarih.
Ø Tarihin konu edildiği yerde insanın geçmişi “bir
kimlik kartıdır”
Bazı düşünürlerin tarihe bakışları:
Batı’da tarih felsefesinin kurucusu olarak görülen
ü Giambattista
Vico’ya göre tarih ;insan
topluluklarının ve onların kurumlarının tarihidir.Çünkü
tarih, insanların farklı zamanlarda değişik biçimlerde kendilerini ifade
etmelerini kapsamakta, insanın bir bakıma karakterini oluşturmaktadır. Tarihi
yapan insan olduğu için, tarih insan tarafından bilinebilir hatta Yeni Bilim’de doğruluğun
bilgisi için tek sağlam kalkış noktası, verum ile factum’un - yani doğru ile
olgunun- birbirlerine geçtiği ve dönüştüğü “toplumsal-sivil dünya”nın bizzat
kendisi olarak gösterilmektedir.
ü Raymond
Aron tarihe, dar anlamıyla insan geçmişinin bilimi, geniş
anlamıyla kültürün, türlerin, gökyüzünün ve yeryüzünün araştırılması tanımını
getirmiş ve bu tanımlamada doğa-insan ilişkisini göz önünde bulundurmuştur.
ü Teoman
Duralı’ya göre tarih, “insanın
biyolojik olarak eksikliğini duyduğu şeyin yerine geçmek üzere girişimde
bulunup kazandığı olaydır....evrimin oldukça kendine özgü bir devamlılığı
olarak görülür”
ü Karl Jaspers de doğa-insan ilişkisini-her ikisi de zaman süreci içinde var olan doğa
tarihi ve insan tarihi biçimlerinde ele almaktadır.
Karl Jaspers’e göre tarih,insana kendini görmeyi,değerlendirmeyi öğretmesi
bakımından, onu kendi
çağına bağnazca ve bilinçsizce bağlanmaktan kurtarır.
ü Karl Popper’e göre, insanın tarihinin en
önemli kısmı felsefeyi ve dini de içeren insan düşüncesi ve bilgisinin
tarihidir çünkü Popper tarihin insanlığın bilgisi ve bu bilgi üzerine ortaya
atılan kuramların toplamından oluştuğu görüşündedir .Yani tarih, düşünce ve kuramların
genişliğiyle sınırlanmış, çerçevesi çizilmiştir.
Karl Popper’e göre tarih,insanlığın bilgisi ve bu bilgi üzerine ortaya
atılan kuramların toplamından oluşur; bu yüzden de insanın tarihinin en önemli
kısmı felsefeyi ve dini de içeren insan düşüncesi ve bilgisinin tarihidir.
ü Ortega
y Gasset şeyler için doğa ile insan için tarihin aynı anlama
geldiğini ileri sürmüş, insanın kendi
yaptıkları dışında doğasının olmadığını söylemiştir.Geçmişi insanın yaşamının
kendisi olarak değerlendiren Gasset’egöre tarih, “....içinde yaşadığımız en
kesin güncelliğin bilimidir”
ü Braudel’in tarihe ilişkin düşüncesi de tarihin insanlar,
insanların da tarih tarafından yapıldığı ve kaderlerinin onun tarafından
biçimlendirildiği yönündedir Braudel’e göre tarih, olanaklı tüm
tarihlerin-dünün, bugünün, geleceğin öğretilerinin-bir toplamıdır ve en büyük
hata, bu toplamı oluşturan parçalardan herhangi birini diğerlerini dışlayacak
biçimde tercih etmektir
ü Takiyettin
Mengüşoğlu ise tarihi, “tarihi varlık sahası”adı altında ontolojik bir tabaka olarak tanımlamıştır: nsan
varoluşuna dayanak oluşturan her türlü ilke, düşünce, değer, gelenek ve kurum
ve bunlar dolayısıyla ortaya çıkan her türlü kültür verisi,
Res Gestae Olarak Tarih ve
Tarih Felsefesi
Tarihe felsefenin gözüyle yaklaşmaktan anlaşılan şey,
geçmişte kalmış olayların ne anlam ifade ettiğini sorgulamaktan başlayarak
gitgide insanlığın tüm yaşanmış geçmişine -yani bir tür “dünya
tarihi”ne- yönelmiş bir çalışma olmuştur. Bu çalışma giderek tüm insanlık
tarihine yönelik bir öte/üst bakış edinmeye ve insanlık tarihinin bütününü
kavramayı ve açıklamayı hedefeyen bir felsefe
sistemi kurmaya, tüm insanlık tarihini de böyle bir felsefe sistemi
üzerinden açıklamaya kadar uzanır. Geçmişte kalan insan-toplum
olaylarını bir bütün olarak ifade eden Latince terim res gestae, niteliklerini kısaca ifade ettiğimiz türden bir çalışmayı da
içerir.
Tam da bu bakımdan, res gestae, aynı zamanda tarihin bir tür ontolojisinin yapılmakta olduğuna, yani, geçmişi bir bütün
halinde kavramaya ve yorumlamaya yönelen tüm tarih ve tarih felsefesi çalışmalarının,
aslında tarih ontolojisi olduğuna işaret etmektedir.
Res gestae, Latince’de yapılmış işler/şeyler anlamında kullanılan bir
tamlamadır. Bu tamlama,zamanla, geçmişte yapılmış tüm işlere göndermede
bulunmak üzere kullanılmış ve bu kullanım, bizde ‘tarih’ sözcüğüyle karşılanan
‘historia’ sözcüğünün ilk anlamını oluşturmuştur.
Geçmişi bir bütün hâlinde kavramaya girişen felsefe
sistemleri, tarihe ontolojik bir yaklaşımın ifadeleri olarak yorumlanabilir.Ontoloji, daha öncesinde de metafizik, varlığı tek
tek nitelikleriyle değil de bir bütün olarak kavramayı ve anlamlandırmayı
amaçlayan felsefe disiplinidir
Historia Rerum Gestarum Olarak Tarih ve Tarih
Felsefesi
Tarihi bir bilim olarak görmek de onu geçmişin bütününü kavrayıp
yorumlamak
amacıyla bir varlık sorunu olarak ortaya koymak da “tarihsel
olayların bilinebildi-
ği” varsayımını gerektirir.
Historia rerum gestarum anlamıyla tarih felsefesi, tarih yazan kişinin bilgi
etkinliğini asıl sorun olarak öne çıkaran bir tür “bilim felsefesi”, bir “metodoloji eleştirisi”dir.
Historia rerum gestarum,Latince’de yapılmış
işlerin/şeylerin anlatımı, öykülenmesi
anlamında kullanılan
bir tamlamadır. Bu
tamlama, geçmişte yapılmış
tüm işlerin yazıya geçirilmesi
anlamında kullanılır
ve bu kullanım,bizde ‘tarih’ sözcüğüyle
karşılanan ‘historia’ sözcüğünün ikinci temel anlamını
oluşturur.
Alman Tarih Okulu, kökeni ve gelişimi bakımlarından daha çok Alman idealist
filozof Johann Gottfried von Herder’e bağlı olan ve seçkin düşünürleri arasında
Wilhelm von Humboldt’un (1767-1835) bulunduğu tarih okuludur. Bu okulun
yaklaşımına göre tarih bilgisi, bir halkın kendisiyle ilgili bilincinin ne
olduğunun belirlenmesi yoluyla yalnızca o halk için geçerli olabilecek türden
bir bilgidir.
Wilhelm Dilthey (1833-1911), Alman Tarih Okulu’ndan etkilenerek tarih bilimini
temellendiren,çağında gelişip yaygınlık kazanarak “bilimsel
bilgi”tartışmalarını kuşatmış olan pozitivist anlayışa şiddetle karşı çıkmış ve
onların öne sürdüklerinin aksine, doğa bilimleri yanında, insanın ve yapıp
ettiklerinin inceleme konusu kılındığı başka bir bilimsel araştırma sahasının
var olduğunu ısrarla savunmuştur.
Bir bilim olarak tarihin felsefesi, her ne kadar bin yıllara
uzanan köklere sahipse
de bir felsefe disiplini olarak ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından
sonra ortaya çıkmıştır.
Özellikle Herder’e bağlı kalan Alman Tarih Okulu’nun çalışmalarıyla büyük bir gelişme gösteren tarih bilimi, 19.
yüzyılın ortalarından sonlarına doğru, Wilhelm Dilthey’ın “tin bilimleri”ni
temellendirme çalışmaları sırasında
sağlam bir eleştiri ve sorgulama süzgecinden geçirilmiştir ve Dilthey, tin
bilimlerini önemli ölçüde Alman Tarih Okulu’nun tarihçiliğinde ifade bulan
tarih bilimi örneği üzerinden temellendirme çabası içinde olmuştur.
Dilthey’a göre, tarih/toplum gerçekliğini kendilerine konu edinen
bilimler,uzun zamandan beri, diğer bilimler (Dilthey doğa bilimlerini
kastetmektedir) arasındaki yerlerini ve dayandıkları temelleri aramakla meşgul
olmuşlardır. işte Dilthey, bu tarih/toplum gerçekliğini kendisine konu edinen
bilimleri“tin bilimleri” (Geisteswissenschaften) başlığı altında toplar
Dilthey,doğa bilimlerinin de ortaya çıkmasını olanaklı kılan şeyin
“tinsel” olgular, yani insan
yapıp etmeleri olduğunu ve bu yapıp etmelerin de tarih içerisinde
geliştiğini, yani tinsel dünyanın tarihsel bir temele sahip olduğunu savunmuştur.
Bu görüşleri ışığında, Dilthey’ın her şeyi tarihsel bağlam
içerisinde anlamlandırdığını ve bu yönüyle yalnızca historia rerum gestarum anlamında bir tarih felsefesinin değil, aynı zamanda bilime
yönelik yaklaşımlarda etkili olan tarihselciliğin de bir temsilcisi olduğunu söylememiz kolaylaşır.
20. yüzyılın önemli tarih felsefecilerinden Robin George Collingwood, tarihin tanımına, nesnesine, yöntemine ve ereğine
ilişkin dört temel soru sorarken, aslında tarihin epistemolojik yönünü öne çıkarmakta,
yani historia rerum gestarum anlamıyla
tarih felsefesi yapmaktadır.
1.soru:Tarihin tanımının ne olduğudur.
Collingwood yanıtı:Onun
bir çeşit araştırma olduğudur.
2.soru: Tarihin nesnesi nedir? Yani
tarih neyi araştırır.
Collingwood yanıtı: Latince’de res gestae tamlaması
ile ifade edilen, geçmişte
gerçekleştirilmiş tüm insan edimleri, diye vermiştir Dolayısıyla
tarih biliminin nesnesi geçmişteki insan edimleri olarak belirlenmiş olur.
3..soru: Tarih biliminde ilerleme nasıl
olur?(tarihin yöntemi nedir?)
Collingwood yanıtı: kanıtların yorumlanması” diye ifade edilebilir.
4.soru:tarih ne içindir?(tarihin ereği nedir?)
Collingwood yanıtı: insanın kendisini bilmesi için dir .
Yukarıda söylenenlerden de anlayabileceğimiz üzere, tarih
felsefesi, felsefenin
iki temel sorusunu, varlığa ve bilgiye ilişkin soruları temel alan ve bu sorular ekseninde
tarihi anlamaya ve yorumlamaya çalışan bir disiplindir.
Tarihselcilik historismus/historism):insanın düşünce ve
emeğinden çıkmış her şeyin
tarih içerisinde, bir birliktelik-toplumsallık ortamında
oluştuğunu ve bu şeylerin tarihin her
döneminde değişikliğe uğradığını savunan görüştür. Bu görüşe
göre, bilim, sanat, meslekler,
hatta felsefe bile, tarihsel bir temele sahiptir; insanın bu
düşünce ve eylem ürünlerinin her biri, insan ve
toplum tarih sürecinde değiştikçe değişim gösterir.
Collingwood, tarihe ilişkin dört temel soru sorar:
1. Tarihin tanımı nedir?,
2. Tarihin nesnesi nedir-yani tarih neyi araştırır?,
3. Tarihin yöntemi nedir? ve
4. Tarihin (hem geçmişin tümü olarak hem de bir bilim olarak)
ereği nedir?
Collingwood’a göre tarihin değeri, insanın ne yapıp ettiğini
dolayısıyla ne olduğunu, yani doğasını bize
öğretmesindedir.
TARiH FELSEFESiNiN ORTAYA ÇIKIŞI
Tarih Felsefesi” bir çalışma alanının adı olarak ilkin 18. yüzyılda
telaffuz edilmiştir
Collingwood’a göre bu terimi ilk kullanan düşünür Voltaire olmuştur.
Voltaire bu terimi-tarihçinin eski kitaplarda bulduğu hikâyeleri
tekrar etmektense kendi düşüncelerini geliştirmeye çalıştığı bir tarih düşünüşünü
kastederek-eleştirel ya da bilimsel tarih anlamında kullanmıştır.
Tarih felsefesini tarih düşüncesinden ayıran temel ölçütün ne ya da
neler olduğu sorusuna yanıt aramak kaçınılmaz görünmektedir.
ü Collingwood’a göre bu soruya
ü Voltaire’in vereceği yanıt eleştirel yöntem ve özgündüşünüş,
ü Hegel’in vereceği yanıt evrensel bir tarih ya da dünya tarihi,
ü Pozitivistlerin vereceği yanıt ise tarih biliminin açıklamakla yükümlü olduğu ve
geçmişteki olayları belirleyen genel yasaların keşfedilmesi yönündedir
ü Bıçak’a göre de bu sorunun yanıtı eleştirel yöntem ve sistematik kurgudur
Collingwood tarih felsefesi üzerine geliştirdiği kendi görüşünü,bu
terime yükledikleri anlamlar çerçevesinde Voltaire’in, Hegel’in ve
pozitivistlerin görüşlerinden ayırmaktadır.
Collingwood’a göre, 18.yüzyıla gelindiğinde matematik yöntem,
teolojik yöntem ya da doğa bilimlerinin yöntemi gibi yöntemler kullanılarak
anlaşılamayacak yeni bir soru ya da sorunlar grubu karşımıza çıkmakta ve düzenlenmiş-örgütlenmiş ve sistemleştirilmiş tarih araştırmalarının varlığıyla ortaya çıkan felsefî
sorunlar grubu, ayrı ve kendine özgü bir çalışma alanının, yani tarih
felsefesinin varlığını
zorunlu kılmaktadır.
Sorokin’e göre, anlamlı tarih felsefeleri, anlaşılabilir tarihsel
olay yorumları ve toplumsal-kültürel süreçler üzerine yapılan kaydadeğer
genellemelerin önemli çoğunluğu, bunalım ya da geçiş, bazen çözülme dönemlerinde,
yahut bu tür dönemlerin hemen öncesinde ve sonrasında ortaya çıkmaktadır.
Sorokin, bu tezine ibn Haldûn’un Mukaddime
adlı yapıtını örnek olarak gösterir.
Ronald Field Atkinson’a göre
tarihi sorun olarak ele alan düşünürler asıl olarak anlam,tarih ifadelerinin doğruluğu-nesnelliği,
açıklama, nedensellik gibi sorunlarla da ilgilenmişlerdir.
Tarih felsefesi Walsh’a göre kendi içinde ikiye ayrılır:
·
bunlardan ilki, tarihte anlam,bütünlük, yasa, amaç gibi sorunları inceleyen
tarih metafiziği;
·
ikincisi de tarihçalışmalarında ortaya çıkan sorunları, tarihte
araştırma yöntemi/yöntemleri, bilginin güvenilirliği, açıklama, kanıtlama vb.
sorunları konu edinen analitik tarih felsefesidir.
Analitik tarih felsefesini, bu konulara eğilmesiyle,bilim
felsefesinin bir kolu olarak değerlendirmek olanaklıdır.
Atkinson tarih metafiziğine şu nedenlerden dolayı çok fazla eleştiri
yöneltildiğini ve tarih metafiziğinin güvenilmez bulunduğunu ileri sürmüştür:
1. Geniş genellemeler tarihsel kanıtlar kullanılmadan yapılmaktadır;
2. Tarih zorunlu ilkelere dayanarak açıklanmaya çalışılmakta fakat
bu çaba tarihten verilerle desteklenememektedir
Atkinson’un bildirdiği nedenler ve pozitivist bilim anlayışı 20.
yüzyılda tarih metafiziğinin gerilemesine neden olmuş, dolayısıyla tarih dar
alan çalışmalarından, tarih felsefesi de tarih çalışmalarının epistemolojisi
olmaktan öteye gitmemiştir.
KENDİMİZİ SINIYALIM
1. “Tarih”, aşağıdaki
medeniyetlerin hangisinin tarih
anlayışında, “tanık olunmuş olayları kayıt altına almak
üzere yıllıklar (annales) yazma”
anlamında kullanılmıştır?
a. Mısır
b. Yunan
c. Fenike
d. Roma
e. islâm
Cevap:E
2. “Araştırma yoluyla bilme, öğrenme”
ve “öyküleme,
tarih” anlamlarında kullanılan sözcüğün kök hali ve ait
olduğu dil aşağıdakilerden hangisidir?
a. Geschichte-Almanca
b. History-ingilizce
c. Historia-Latince
d. Historein-Yunanca
e. Tarih-Arapça
Cevap:D
3. Geçmişte kalan insan-toplum
olaylarını bir bütün
olarak ifade eden Latince terim aşağıdakilerden hangisidir?
a. Rerum natura
b. Res cogitans
c. Res gestae
d. Historia rerum gestarum
e. Res extentia
Cevap:C
4. Tarihi bir varlık sorunu olarak
yorumlayan bir felsefeciyle,
onu bir bilgi etkinliği olarak gören felsefecinin
ortak varsayımı aşağıdakilerden hangisidir?
a. Tarihte ereklilik vardır.
b. Tarihsel olaylar bilinebilir.
c. Tarih tekerrürden ibarettir.
d. Tarihte yasalar vardır.
e. Tarih geçmiş olayların konu edildiği bilimdir.
Cevap:B
5. Tarihselcilik (historicism) aşağıdakilerden
hangisini
savunmaz?
a. Tüm insan bilimlerinin doğa bilimi yöntemine
göre kurulması gerektiğini
b. ‹nsanın düşünce ve emeğinden çıkmış her şeyin
tarih içerisinde oluştuğunu
c. ‹nsan ürünü her şeyin tarihin her döneminde
değişikliğe uğradığını
d. Bilimin, mesleklerin, hatta felsefenin bile, tarihsel
bir temele sahip olduğunu
e. insanın düşünce ve eylem ürünlerinin toplumlar
değiştikçe değiştiğini
Cevap:A
6. “Tarih Felsefesi” terimini bir
çalışma alanının adı olarak
kullanan ilk düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Voltaire
b. Vico
c. Rousseau
d. Hegel
e. Herder
Cevap:A
7. Anlamlı tarih felsefelerinin çoğunun
bunalım ya da
geçiş dönemlerinde ortaya çıktığını savunan düşünür
aşağıdakilerden hangisidir?
a. Collingwood
b. Sorokin
c. Atkinson
d. Walsh
e. Gasset
Cevap:B
8. Tarihten hakikati arama ve açıklama
yönleriyle do-
ğa biliminden beklenen açıklığı ve kesinliği aynı ölçüde
bekleyen yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?
a. Marxizm
b. Tarihselcilik
c. Pozitivizm
d. ‹dealizm
e. Hegelcilik
Cevap:C
9. Walsh’a göre analitik tarih
felsefesi, aşağıdaki sorulardan
hangisinin yanıtını aramaz?
a. Tarihin araştırma yöntemi nedir?
b. Tarihten elde edilen bilginin güvenilirliği nasıl
anlaşılır?
c. Belgelerin tarih olaylarına ilişkin bilginin güvenilirliğ
ine katkısı nedir?
d. Tarihte yasa var mıdır?
e. Tarih olayına ilişkin bilginin sağlamlığı kanıtlanabilir
mi, nasıl?
Cevap:D
10. Aşağıdakilerden hangisi bir
tarih metafiziği sorusu
değildir?
a. Tarihte zorunlu yasalar var mıdır?
b. Tarihin anlamı nedir?
c. Tarih bir ereğe doğru ilerlemekte midir?
d. Tarih tekerrürden mi ibarettir?
e. Tarih güvenilir bilgi verebilir mi?
Cevap:E
E-ÖĞRENME ALIŞTIRMALAR
Soru 1:
Geçmişte kalan
insan-toplum olaylarını bir bütün olarak ifade eden Latince terim
aşağıdakilerden hangisidir?
A.
Rerum natura
B.
Res cogitans
C.
Historia rerum gestarum
D.
Res gestae
E. Res extentia
Cevap: D
Soru 2:
Historein sözcüğünün,
aşağıdaki anlamlardan hangisini taşıdığı ileri sürülemez*
- Öyküleme
- Tarih
- Masal
- Araştırma yoluyla bilme
- Araştırma yoluyla öğrenme
Cevap: C
Soru 3:
Tarihten anladığımız res
gestae ise, geçmişe ilişkin bakışımız hakkında aşağıdakilerden hangisi ileri
sürülebilir?
- Geçmişteki tek tek olayları anlamak başlıca
işimizdir.
- Geçmişteki olayları belirli zaman dilimlerine
ayırmamız zorunludur.
- Geçmişteki olayları çağlar biçiminde incelememiz gerekir.
- Geçmişi bir bütün halinde kavramak temel
amacımızdır.
- Geçmişin kendisi değil, nasıl aktarıldığı bizim
için önemlidir.
Cevap:D
Soru 4:
“Tarih Felsefesi”
terimini bir çalışma alanının adı olarak kullanan ilk düşünür aşağıdakilerden
hangisidir
- Herder
- Rousseau
- Vico
- Hegel
- Voltaire
Cevap:E
Soru 5:
Aşağıdakilerden hangisi,
res gestae anlamında anlaşılan tarihe yönelik sorulan felsefi bir sorudur?
- Tarih neyi araştırır?
- Tarih bir ereğe doğru ilerlemekte midir?
- Tarihin yöntemleri nelerdir?
- Tarih geçmişi olduğu gibi aktarabilir mi?
- Tarihin bilim olması için sağlaması gereken
ölçütler nelerdir?
Cevap:B
Soru 6:
Aşağıdakilerden hangisi,
historia rerum gestarum anlamında anlaşılan tarihe yönelik felsefi bir
yargıdır?
- Tarih geçmiş hakkında güvenilir bilgi vermeyi
amaçlayan bir bilimdir.
- Tarih tekerrürden ibarettir.
- Tarihin yasaları da doğa yasaları gibi
belirleyicidir.
- Tarihe tinin mutlak özgürlüğü damga vurur.
- Tarihin anlamı ancak tarihin sonunda
anlaşılacaktır.
Cevap:A
Soru 7:
Tarih Tasarımı adıyla dilimize
çevrilen yapıtın yazarı aşağıdakilerden hangisidir?
- Walsh
- Collingwood
- Atkinson
- Augustinus
- Sorokin
Cevap:B
Soru 8:
Tarihi bir varlık sorunu
olarak yorumlayan bir felsefeciyle, onu bir bilgi etkinliği olarak gören
felsefecinin ortak varsayımı aşağıdakilerden hangisidir?
- Tarihteki olaylar bilinebilir.
- Tarih tekerrürden ibarettir.
- Tarih geçmiş olayların konu edildiği bilimdir.
- Tarihte ereklilik vardır.
- Tarihte yasalar vardır.
Cevap:A
Soru 9:
Voltaire, “tarih
felsefesi” terimini aşağıdaki anlamlardan hangisini içerecek biçimde kullanmış
olamaz?
- Eleştirel tarihi
- Bilimsel tarihi
- Klasik hikayelerin aktarımını
- Tarih üzerine özgün bir düşünüşü
- Tarihin eleştirel incelenmesini
Cevap:C
Soru 10:
Aşağıdakilerden hangisi
Collingwood’un tarihe yönelik sorduğu dört temel sorudan biri değildir?
A.
Tarihin tanımı nedir?
B.
Tarihin amacı/ereği nedir?
C.
Tarihin nesnesi nedir?
D.
Tarihin yöntemi nedir?
E.
Tarihte mutlak nedir? Cevap:E
ÜNİTE:2 ANTİKÇAĞ YUNAN DÜNYASINDA TARİH
ANLAYIŞI
ANTİKÇAĞ
YUNAN DÜNYASINDA EFSANEYE DAYALI TARİH ANLAYIŞI
Batı felsefesini başlatan Antikçağ Yunan medeniyeti, nasıl bir
tarih anlayışına sahiptir?
Homeros, Hesiodos, Pindaros gibi ozan-düşünürlerin ve Herodotos, Thukydides
ve Platon gibi düşünürlerin Antik Yunan medeniyetinde
tarih düşüncesine ve genelde düşünce tarihine katkıları nelerdir? Bu
ünitemizde, işte bu soruların yanıtlarını arayacağız.
Homeros ve Hesiodos
Antikçağ Yunan medeniyetinde tarih konusunun, diğer pek çok
medeniyette oldu-
ğu gibi, efsaneler tarafından işlendiği söylenebilir Herodotos’un başlattığı tarihçilik geleneğine kadar etkili olan efsaneye
dayalı bu dönemde etkili olmuş başlıca isimler Homeros ve Hesiodos’tur.
Ø Homeros ve Hesiodos’un insanlığın ilk çağları için yetkili tarihçiler
oldukları da öne sürülür
ü Homeros’un kendi
destanlarında kültüre, toplumun değer ve yaşama biçimlerine yer vermesi, hatta
tanrıların, kahramanların, soylu ailelerin soykütüklerini aktarması, tarihçilik
açısından önemli veriler olarak yorumlanmaya uygundur.
ü M.Ö. 8. yüzyılda yaşamış olan Hesiodos, Antik Yunan tarih düşüncesini ana hatlarıyla ortaya
koyan ilk düşünürdür, demek yanlış olmaz. Hesiodos, tarih düşüncesini
içeren iki ayrı yapıtında, tarihi iki ana bölüme ayırmıştır:
1.Theogonia’da evrenin
oluş sürecini, tanrıların özelliklerini ve görevlerini, insanın ortaya çıkışını
ele almış, daha çok tanrıların tarihini anlatmaya yoğunlaşmıştır.
2.Works and Days’de (İşler ve Günler) ise, insanın tarihi ağırlıklı
yer tutmuş, hatta Hesiodos bu yapıtında kendinden önceki ve sonraki nesilleri
kapsayacak şekilde insanın geçmişini ve geleceğini-daha doğrusu insanın geçmişi
ve geleceği konusunda kendi öngörülerini- ele almıştır.
Hesiodos, zamana bağlı olarak insanlığın
kötüye gittiği, insanın özelliklerinin olumsuza doğru değiştiği görüşlerini “Çağlar Öğretisi” de denilebilecek bir temellendirme çerçevesinde
ortaya koymuştur.
Hesiodos’un çağlar öğretisine göre, çağlar ve
özellikleri şöyle sıralanabilir:
• Altın Soylular Çağı/Altın Çağ: Khronos’un gökleri tuttuğu zamanlarda, insanlar, acı ve kaygı taşımadan,
rahat, hatta ihtiyarlamadan yaşayıp uykuya dalar gibi ölürlermiş. Dünyada var
olan her şey bu insanlarınmış ve öldüklerinde, Zeus’un da onayı ve isteğiyle,
toprağı ve insanları koruyan iyi cinler olmuşlar
• Gümüş Soylular Çağı/ Gümüş Çağ: Bu çağda doğan çocuklar yüz yıl boyunca çocuk kaldıktan
sonra, başları dertten kurtulmayan, ölçüsüz, saygısız, tapı naklara dahi
gitmeyen, kavgacı kişiler olurlarmış-Hesiodos’a göre tüm bunlar, medenî insanın
ahlak değerleri olmasına karşın, gümüş soylular bunlara uymamış, Zeus da ceza
olarak, bu çağın insanlarını yer altı cinlerine çevirmiş
• Tunç Soylular Çağı: Hesiodos’a göre tunç soylular, işleri güçleri saldırmak ve
öldürmek olan, korkunç, kuvvetli, sonunda birbirini yok etmiş olan insanlardı
• Dördüncü Soy: Zeus’un yarattığı yeni nesil, tunç ve gümüş çağının insanlarından
daha doğru, daha yürekli, yarı tanrısal özelliklere sahip olmuş, çetin savaşlarda,
büyük kargaşalarda yaşama veda etmişlerdir.
• Beşinci Soy (Demir Soyu): Hesiodos’un yaşadığı dönemdir. Hesiodos, kendi
çağının insanlarını gündüzleri didinip ezilen, geceleri kıvranan,
sürekli belalarla
uğraşan, çok az sevinç yaşayan kimseler olarak anlatmıştır
• Altıncı Soy: Hesiodos, kendinden sonra gelen soyu, insanlığın çöküşü olarak öngörmüştür.
Bu öngörüye göre, baba-oğul benzerliği, akraba ve dost sevgisi, yaşlıya
gösterilmesi gereken saygı-sevgi, Tanrıya saygı, yemin etmenin,doğrunun ve
iyinin değeri tamamıyla ortadan kalkacak; güçlü olanın haklı sayıldığı,
kötülerin ve ahlaksızların sürekli arttığı bir ortamda utanma duygusu kalanlar
tanrılara sığınırken insanlar acılarla baş başa kalacaklardır.
Hesiodos, Works and Days’de yer verdiği bu anlatıyla,
1. İçinde yaşadığı Yunan toplumunun ahlâkî değerlerindeki yozlaşmayı,
2. Sürekli savaşlarla toplumdaki kaotik, düzensiz ve güvenden uzak
yapıyı vurgulamış olur.
Hesiodos’un çağlar öğretisinde, altın çağı insanları en
mükemmel,altıncı soyun insanları ise en
bozulmuş ve en kötü toplumu oluştururlar.
Ø Hesiodos, çağlar öğretisiyle, tarihte “kötüye gidiş” fikrinin ilke olarak kabul edilmesinde
ve tarih felsefesinin oluşumunda öncü olmuştur.
Pindaros
ü Pindaros
da Homeros ve Hesiodos gibi,
Antik Yunan medeniyetinin ozan-düşünürlerindendir. Starr’a göre, Pindaros’u,
Yunan tarihçiliğinde efsane etkisinden kurtuluşun örneklerinden biri olarak,
“bilimsel” tarihi başlattığı ileri sürülen Herodotos için de bir hazırlayıcı -yani
bir geçiş dönemi tarihçisi-olarak yorumlamamız olanaklıdır.
Pindaros, Olympian Odes’ da Rodos’un efsaneye dayalı tarihini anlatmıştır ve bu anlatıda
geçmiş, değişmeyen gerçeklik olarak anlaşılmıştır.
Geçmişin Pindaros için önemi büyüktür;fakat Pindaros’un şiirlerinde
genel olarak zaman, her üç boyutuyla da (geçmiş,bugün, gelecek) önemli yer tutmuştur.
Hatta ilk olarak tarih olaylarını zaman
boyutunda değerlendirenin de Pindaros
olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi Pindaros’un düşüncesinde ön plana çıkan
diğer temel özellikleri sıralayalım
• Pindaros’a göre, geçmiş yaşamın niteliği ve özü, kendi
günündekinden çok farklı değildir, hatta Pindaros geçmiş insanların “kıskançlık ve nefret” ile yönlendirilmiş olduğunu bile söylemiştir
• Pindaros, eski dithrambos yazarlarını
hem kullandıkları terimler hem de uzun ve zor anlaşılır cümle kurdukları
gerekçeleriyle eleştirimiş ve yeniliklerin, yenilikçilerin-kendisi dahil-
ortaya çıkacağını savunmuştur.
• Pindaros’a göre, insanların gelecek hakkında kehânette
bulunmaları yersiz ve anlamsızdır
• Efsaneler Pindaros’a göre bizi aldatan ustaca düzenlenmiş
hikâyelerdir, oysa şairin görevi hakikati araştırmaktır
• Pindaros, zamandaki ve tarihteki değişikliklere ilişkin farkındalığını
yapıtlarına yansıtan, Starr’ın vurgusuyla, “tarihsel bir dünyada yaşadığını açıklıkla dile getiren” bir ozan olmuştur
• Pindaros, geleneklerin değişken olduğunun farkındadır ve geleneğin
dünyanın yöneticisi olduğu görüşünü ileri sürmüştür.
Pindaros’un bazı düşüncelerinden-sözgelimi gelenek hakkındaki görüşlerinden
Herodotos
ve Platon tarafından yararlanılmış olduğunu görebiliriz.
Dithrambos: Tanrı Dionisos onuruna söylenen, onun yaşamından, acı ve tatlı
serüvenlerinden söz eden,kimi kez ciddi kimi kez de açık saçık ezgiler.
SOFiSTLERDEN SONRA YUNAN TARiHÇiLiĞİ VE TARİH
YAZICILIĞI
Antikçağ Yunan toplumunun tarih düşüncesi, Cole’a göre, efsaneye dayanan açıklama
biçimi ve İyonya bilim anlayışı çerçevesindeki araştırma esası
üzerine kurulan empirik bakış açısı olmak üzere, iki temel zihniyetten
oluşmaktadır.
Evrenin nasıl oluştuğu sorusuna aranan ve önerilen yanıtlar, başlı
başına tarihli olduklarından, tarih düşüncesinin Antikçağ Yunan medeniyetinin
evren anlayışının merkezine oturmasına yol açmışlardır. Felsefeye dayalı evren
anlayışı da efsaneler ve kozmogoniler gibi, oluşu açıklarken evrenin oluş tarihini de konu edinir.
Kozmogoni: Antik Yunan dilinde “evren”, “düzen” anlamlarına gelen kosmos ile, “doğum”, “oluşum”,“köken” gibi anlamları karşılayan goneia sözcüklerini birleşiminden oluşan, “evrenin kökeni hakkında
ortaya atılmış bilimsel kuram ya da efsane temelli açıklama” anlamında
kullanılan terim.
İnsanı ve onunla ilgili olarak ahlak, toplum, devlet gibi sorunları
felsefenin temel sorunları arasında kalıcı biçimde konumlandırmış olan Sofistler, Guthrie’ye göre, insanın evrimini görmüş, kültüre ve toplumun
gelişmesine yönelik ilgileri ve görüşleri olan, bunları ele almada felsefeciler
arasında ilk olan düşünürlerdir.
Dahası, günlük hayatla iç içe olan, şairlerin-başta Theognis’in, Simonides’inve Pindaros’un- izleyicileri olarak, erdemin öğretilip öğretilemeyeceği
vb. konuları ayrıntılı biçimde ve felsefî düşünme olanakları içerisinde tartışıp
geliştirmişlerdir.
“insan her şeyin ölçüsüdür; olanların olduklarının, olmayanların,
olmadıklarının” sözünün sahibi Protagoras, tanrıları dışarıda tutup, kültürü oluşturan her tür değerin
üreticisi olarak insana işaret etmiştir.
M.Ö. 5. yüzyılda tarihçiler, kendi çağlarındaki sorunlara odaklanırken,
felsefeciler,
sorunlara yaklaşım için farklı bir yola yönelmiştir: Toulmin’e
göre, Pythagoras
ve Parmenides’in etkileriyle
felsefenin metafizik yoluna girmesi, doğa bilimlerinin
tarihsel görünüşten ziyade kuramsal fizik-matematik yönünde gelişmesine
zemin hazırlamıştır.
Felsefe ve tarihin birbirine paralel gelişimi, iki alandaki düşünürlerin
benzer sorunlara
farklı tarzda açıklamalar getirmeleri, fakat her iki alanın da
birbirini beslemesi ve birbirinden kopuk düşünülememesi, Herodotos ve Thukydides gibi tarihçilerin, daha çözümleyici bir bakış açısıyla,
günümüzdeki “bilimsel” tarih anlayışının ilk örneklerini serimlemelerine
yol açmıştır.
Herodotos
Herodotos,tarih araştırmasında ve aktarımındaki bakış açısını,
“Ödevim, bana anlatılan neyse
onu vermektir. inanmaya gelince, hiçbir şey beni buna zorlayamaz
ve bunu bütün anlattıklarım için söylüyorum” sözleriyle dile getirir.
Barbar, her ne kadar günümüzde “medeniyet bilmeyen”, “vahşi”, “önüne
geleni öldüren” gibi anlamlar yüklenerek ve çeşitli toplumlar için bir niteleme
olarak kullanılsa da, sözcük, Eski Yunanca’da, “yabancı bir devletten/toplumdan”,
“Yunanca konuşmayan” anlamlarına gelecek biçimde kullanılmıştır.
Herodotos, edindiği bilgiyi değiştirmeden aktarma ve
gerekmedikçe kişisel görüşlerini aktardığı olaylara katmama gibi
özellikleriyle, tarih yazıcılığında rastlanan ilk farklı modeli oluşturur.
Herodotos, yazılı belgelere dayanarak tarih olaylarını değerlendirme konusunda
da bir ilktir.
Herodotos’un eleştirel olarak da nitelenebilecek tavrının geneline
yayılan üç temel nitelikten söz etme olanağı vardır:
1.Sıradan, gündelik deneyimler dışında ortaya çıkan tüm insanüstü
ya da mucize olaylara şüpheyle yaklaşmış, fakat kehânet ve rüyaları, bu tip
olaylar kapsamında görmemiştir;
2. Aynı olaya ilişkin farklı söylentileri ve dayanaklarını karşılaştırırken
eleştirel olmasına karşın, Atina geleneğine muhalif olan önyargılı eğilimden
kendisini bütünüyle sıyırmayı
başaramamıştır;
3. Doğrudan kaynağından, yani birinci elden/ağızdan alınmış her
tür bilgiyi, yazılı-sözlü ayırt etmeksizin, ikincil verilerden üstün tutmuştur
Herodotos ile başlayan eleştirel, araştırmacı ve belgeleri önemseyen tarihçilik tutumu, Thukydides ile devam etmiştir.
Thukydides
Günümüze ulaşan ve dolayısıyla bilinen tek eseri Peloponnesos Savaşı olan Thukydides
de yukarıda belirttiğimiz gibi, Herodotos ile birlikte Yunan
tarihçiliğinin önemli isimlerinden biridir. Thukydides, Herodotos’tan farklı
olarak, gezdiği yerler hakkında pek bilgi vermez; yalnızca Peloponnesos Savaşı’nın
nedenlerini ayrıntılı biçimde vermekle yetinir.
Hatta savaşın nedenlerini öylesine detaylı vermiştir ki, Peloponnesos Savaşı’nın
1.kitabının önemli bir kısmı yalnızca Yunan coğrafyasının bu
savaşa nasıl sürüklendiğinin anlatılmasına ayrılmıştır.
Thukydides’e göre savaşın başlıca nedeni, iç huzursuzluk ve şehir
devletleri arasında patlak veren kavgalardan kaynaklı göçlere bağlı olarak
ortaya çıkan bunalımlardır.
Thukydides, ekonomik etkenleri değişimlerin ve iç savaşların
nedeni olarak gören belki de ilk tarihçidir.
Thukydides, tarih olaylarını incelerken akılcı bir tutum takınmış,
buna bağlı olarak tarih olayları karşısında kuşkucu olunması ve öne sürülen her
aktarıma ve delile inanılmaması gerektiğini savunmuştur.
Thukydides de Herodotos ile benzer biçimde,
öncelikle birincil kaynaklara, olayın doğrudan
kendisine ilişkin belgelere başvurmayı yeğlemiştir. Olayların ardındaki
neden ve ilkeleri araştırıp bulma isteği, Thukydides’in, incelediği olaylarda
ortaya çıkan sonuçlara, amaçlara ve motişere odaklanmasına yol açmıştır. Bu da
Thukydides’in tarihçiliğindeki pragmatik yöne işaret eder.
Thukydides, bu sayılan yönleriyle Yunan tarihçiliğinde bilimsel
yönelişin zirveye çıktığı bir düşünür olmuştur.
20. yüzyılın ünlü tarih felsefecisi Robin George Collingwood Yunan
tarihçiliğinin Thukydides ile birlikte hemen hemen tüm özelliklerini kazandığı
düşüncesindedir ve ona göre bu temel özellikler şunlardır:
1. Geçmişi anlamak ve yorumlamak isteyen tarihçinin, işe
sorunlarla başlayarak, bilimsel olması gerektiği düşüncesi oluşmuştur;
2. Geçmişte insanların yaptıkları hakkında sorular sorulmaya başlanmıştır;
3. Tarihçi için akılcılık özelliğinin kaçınılmazlığı ve zorunluluğu
vurgulanmış, tarihçinin ele aldığı soru ve sorunları bazı temellere oturtması v
kanıtlara başvurması, onun vazgeçilmez özellikleri arasında yer almıştır;
4. Tarih çalışmasının yapılmasında, insanın geçmişteki yapıp
etmelerini tespit edip kendini
açığa vurması yahut kendini başkalarına anlatmasıyla insanın
varoluş özelliklerini dile getirme, temel kaygı olarak değerlendirilmiştir
Bu özelliklerden 1, 2 ve 4’te belirtilenler Herodotos’ta, 3’te
dile getirilenlerse belli
ölçülerde Thukydides’te kendisini göstermiştir
PLATON’UN TARiH ANLAYIŞI
Dostu ve hocası Sokrates’i ölüme mahkum eden Atina demokrasisine
karşı olumsuz tutum takınması, Republic’te (Devlet) ideal bir devlet yönetimi arayışına girerken, demokrasiyi “bozuk”
yönetim biçimlerinden sayması,20. yüzyılda kendisinin “totaliter” siyaset
zihniyetinin düşünsel temellerini atmakla suçlanması gibi sonuçlar doğurmuştur.
Platon, kendi çağında tanık olduğu toplumsal ve siyasi çalkantılar
karşısında, şu iki tutum arasında bir seçim yapma zorunluluğuyla baş başa kalmıştır:
1. Polisi,daha doğrusu Atina’yı tüm kurum ve gelenekleriyle
geçmişe gömme gayreti
içinde olan yıkıcı güçlerle bir olup yepyeni bir devlet ve yepyeni
bir din oluşumuna
katkıda bulunmak,
2. Karşıt görüştekilerin yanlışlarını ortaya koyup çürüterek Polis’i ayakta tutmak için ne gerekiyorsa yapmak.
Platon, bu tutumlardan ikincisini benimsemiştir ve Guthrie’nin de
belirttiği gibi hocası Sokrates’in Sofistlerle mücadelesini devam ettirerek Polis’i sonuna kadar savunmuştur
Ruh, Tarihteki Konumu ve Toplumsal Tarihe Etkisi
Platon’un felsefesinin olduğu kadar, tarih anlayışının da anahtar
kavramlarının başında ruh gelir, denilse herhalde abartı olmaz.
Platon’a göre ruh, hem ilk yaratılan varlıklardan biridir hem de
tüm değişim ve dönüşümlerin başlıca nedenidir Ruh, bütün eylemlerin, iyi ve
kötü olarak nitelenen her şeyin ardındaki nedendir, yani insanların tüm
eylemleri aslında ruhun etkinlikleridir Bu bakımdan ruh, tarihin de itici
gücüdür ve ister doğa, ister kültür tarihinden söz ediyor olalım, her ikisinin
de malzemesinin ortaya çıkmasının ardında ruh vardır.
Ruh nasıl bir varlıktır, özellikleri nelerdir? Platon’un ruha
yüklediği temel özellikleri ölümsüzlük, maddesizlik ve görünmezlik olarak
sayabiliriz. Aynı zamanda ruh,
tutku, cesaret ve akıl olmak üzere üç ana bileşene
sahip bir yapıdır; hatta ruhun söz konusu bölümlerinin toplumlarda görünümü de
bulunur.
Platon bu görünümler için şu örnekleri vermiştir:
·
insanın zevk ve haz arama
eğiliminin temelindeki tutkular Fenikeliler’e,
·
şan ve şöhrete kavuşma isteğini
karşılamak için saldırganlık kuzeydeki
yabancılara
·
bilgelik-doğruluk gibi kalıcı
şeyler peşinde olan akıl da Yunanlılar’a verilmiştir.
Ruhun bölümlerinin farklı toplumlarda farklı düzeylerde ortaya
çıkması, tarihte
bir çeşitliliği kaçınılmaz kılmakta ve bu çeşitliliğin nedeni
olarak da yine insan ve
toplumların değişik ruhlara sahip oluşları gösterilmektedir.
Öyleyse ruh, iyileşmeden
sorumlu olduğu ölçüde, toplumdaki bozulmadan da aynı ölçüde
sorumludur denilebilir.
Platon’a göre insanın mutlu yaşaması,
1. Ruhun bölümleri arasında,
2. Devlette ve kurumlarında düzen ve uyumun olmasına bağlıdır
Platon’da Tarih Metafiziği ve Tarihin Yorumlanışı
Platon’a göre ruhun iyi eylemleri gelişmeye-ilerlemeye, kötü
eylemleri de bozulmaya yol açmaktaydı. işte Platon’un tarih metafiziğinin temelinde de “belirleyici ilke”, “insanın kökeni”, “insanın
amacı” ve “tarihte ilerleme olup olmadığı” sorularına felsefece temellendirilmiş yanıtlar bulma kaygısı vardı.Şimdi
bu kaygının Platon’da nasıl ifade bulduğuna biraz daha yakından bakalım.
Tarih metafiziği, temelde,insanı bütünlüklü bir yapı olarak ele alıp tarih
bağlamında ortaya koyan düşünce tarzıdır. Tarih metafizikleri, evreni kavramada
ve açıklamada ortaya çıkan sorunlara çözüm getirmeyi ya da yeni bir evren
kavrayışı geliştirmeyi hedeşeyen düşünce ürünleri olarak, evren kavrayışında
içerilen tüm soruları da yanıtlama çabasındadır
Platon, Timaios (Timaeus), Kritias
(Critias) ve Devlet Adamı (Statesman) diyaloglarında, kendi yaşadığı dönemin insanlarını,
bir felâket sonrasında yaşama tutunmayı başarabilen kişilerin torunları (descendants) olarak nitelemiş, felâket
gelmeden önceki medeniyetin ya da düzenin felâketle yok olması sonrasında sağ
kalanların yaşamlarını sürdürmek için gerekli tüm şeyleri adım adım fakat bir
hayli zahmete katlanarak elde ettiğini savunmuştur.
İlerleme, değişme, gelişme gibi olgulara yer yer olumlu
yaklaşması, Platon’u “ilerlemeci” bir “tarih filozofu” saymamız için yeterli
değildir; çünkü Platon ilerlemenin olanaklılığını teslim ettiği ölçüde,
bozulmadan duyduğu kaygıları da ifade etmekten geri durmamıştır.
Toplumsal yaşam hem insanın varlığını sürdürmesi için zorunlu
olması hem de refahta artış ve kurumlarda gelişmişlikle birlikte insanı bozması
nedeniyle çelişki doğurmaktadır.
Fakat kültürde ilerleme, şu aşamalar temelinde görüldüğünde, ruhta
bozulmaları
da beraberinde getiren bir süreç olur:
1. İnsanın yaşamını sürdürmesi için toplumlar hâlinde
yaşamaları zorunludur, toplum yaşamı da işbölümünü beraberinde getirir,
2. Toplumlarda zenginlik ve kurumlaşma artınca, ahlâkta bozulma baş
gösterir ve bu bozulma gitgide artar,
3.Toplum bir yandan insan olmanın gereğiyken, öte yandan insanı
her yönüyle bozar, bu da bir çelişki doğurur.
Platon, tüm bu aşamaların zorunlu olduğunun, tarihin
başlangıcından kendi yaşadığı
zamana kadar belirli ölçüde bir ilerlemenin sürdüğünün farkındadır
ve insana-topluma ilişkin iyimserliğini temellendirmek üzere, felsefeyi
kullanır.
Platon’a göre,
1.İnsan, ahlâkta bozulmanın getirdiği olumsuzlukları, ilerleme
sürecinde geliştirdiği kurumları ve bilgileri kullanarak saf dışı edebilir,
2. Devlet aşamasına ulaşmave felsefenin doğuşuyla, kültürde
ilerleme zirveye çıkmış olur,
3.Ruhta saklı olan Tanrı öğütleri-yani doğruluğun bilgisinin
kaynağı, ruhun arkeolojisi yapılarak felsefe sayesinde ortaya çıkarılıp, doğru
bilgi temeline uygun devlet kurulunca, çelişki ortadan kalkar.
Platon’un tarihi yorumlayış üslubu, tarihçilik ve tarih yazımı açılarından
bakıldığında, Timaios, Kritias ve Yasalar gibi yapıtlarında, Devlet ve Devlet Adamı gibi daha genç olduğu zamana ait yapıtlarına kıyasla
farklıdır.
Timaios, Kritias ve Yasalar’da yalnızca “bozulma” ilkesinin tarihin geneline yayılmasıyla kalınmaz,
insanla ilgili daha önceki yapıtlarda gündeme gelmemiş başka somut unsurlar da
ortaya çıkar ve bu tarih sorunu, enine boyuna incelenir.
Platon, tek tek tarih olaylarının detayına-gerekli görmedikçe girmemiştir
Platon, düşüncesinde gitgide daha baskın olarak belirecek biçimde, geçmişi,
insanlığın kendini gerçekleştirdiği bir alan, anlamlı bir bütünlük olarak değerlendirmiştir,
denilebilir.
THEORİA-HİSTORİA KARŞITLIĞNIN OLUŞMASI VE
YERLEŞMESİ
Platon felsefesinin ruh dışında bir başka önemli unsuru daha vardır
ki, o da Plato düşüncesinin bütününde etkisini göstermiş, .lkçağ Felsefesi
dersinizden de hatırlayabileceğiniz üzere, bu unsur idealar öğretisinden başka
bir şey değildir.
Platon’da idealar, yalnızca varlık sorunu bağlamında değil, bilgi
sorunu bağlamında da anahtar kavramlardan biridir. İdealar, zaman ve mekandan
bağımsız,sonsuz-ölümsüz, ne ise o olarak kalan, hiçbir zaman değişmeyen soyut
varlıklardır ve ancak salt akılla, düşünce yoluyla bilinebilirler.
İdea, felsefe literatürüne Platon’un armağan ettiği bir kavramdır.
Aslında, tekili biçim, form anlamına gelen eidos sözcüğünün çoğul halinin, yani
eide’nin, Platon tarafından değiştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Platon’a göre
idealar, değişmeyen şeylerdir ve sağlam temelli, doğru bilgi (episteme),
yalnızca ideaları bilme yoluyla elde edilebilir.
Ünitemizin amaçları doğrultusunda asıl vurgulanmaya değer nokta,Antikçağ
Yunan düşüncesinin bütününde kendisini gösteren bir zihniyettir: Bu zihniyet,
felsefeyi, kalıcı ve temel olan, deneyimlere ve algılara bağlı olarak değişmeyen
şeyleri araştırmaya yönelen bir etkinlik olarak kabul etmiş ve rastlantısal,tekil
olaylara ilişkin bilgi edinmeyi aynı ölçüde önemsememiştir; çünkü bu zihniyet içerisinde
hem doğada, hem de insan ve toplumda genel bir düzen varsayımı egemendir.
19. yüzyıl düşünürlerinden Paul Yorck von Wartenburg, bu zihniyetin Herakleitos’tan Aristoteles’e kadar tüm Yunan düşüncesinde
var olan hakiki bilgiyani episteme ile sanı bilgisi, historik
bilgi-yani doxa ayrımında ifade bulduğunu ileri sürmüştür.
Doğan Özlem’e göre, historein sözcüğü Yunanca’nın iyon leh çesinde “bildirme”, “haber alma yoluyla bilgi edinme” anlamında kullanılırken, Attika lehçesinde “görerek, tanık olarak bilme” anlamının yanı sıra fizikten coğrafyaya,astronomiye,
botanik ve zoolojiye, hatta gitgide doğa bilgisini kuşatacak ölçüde geniş bir
anlam içeriğine sahip olmuştur.
Bu kadar zengin anlam içeriğine
ek olarak, Özlem, historein’in bir anlamından daha söz eder,
o da (içinde bulunulan an için) açıklanması olanaklı olmayan ve bu bakımdan olağan
dışı sayılan doğa olguları hakkında tanıklık bilgisidir .
Bu anlam, Platon’un Phaidon diyaloğunda, “genel bir açıklamaya
sokulamayan, ancak gözlenen, ya da tanık olunan (historein) olayların bilgisine
verilen isim” anlamında da kullanılmıştır.
Tarihin babası” Herodotos’un, historein kavramını insanların ve toplumların başından
geçenleri kaydetme yoluyla edinilen bilgi anlamına gelecek biçimde kullanma
konusunda da bir ilk olduğu söylenmeden geçilemez.
Herodotos’un bu tavrı, onun kendi yazdığı tarih yapıtına, “tanık
olunan ve haber alınan şeylerin anlatımı”demek olan Historias Apodeiksis adını vermesinde de kendini gösterir.
Thukydides de historein sözcüğünün anlam
içeriğine bir katkıda bulunur: Ona göre historein, yalnızca geçmişteki olayların
aktarımı ve kaydından ibaret değildir, aynı zamanda geçmişte kalan insan-toplum
olaylarını değerlendirme ve yorumlama etkinliği olarak da anlaşılmalıdır.
Bu durumda, historein sözcüğünün Batı dillerindeki karşılığı olan
Historie, histoire, historia, history gibi sözcüklerin günümüzdeki anlamlarının
kökleri Herodotos ve Thukydides’e uzanıyor, diyebiliriz.
Theoria’nın Yunanca’daki temel anlamı “görme” olsa da felsefede bu
kavrama daha çok “aklın gözüyle görme”, “deneyimden bağımsız olarak
düşünülenler alanındaki değişmeyenleri görme”
anlamları yüklenmiştir.
Aristoteles de Akademia’sından
mezun olduğu hocası Platon’un pek çok konuda izinden gitmiş, fakat yer yer onu
aşan, bilimsel düşünüşe,bilimler sınışamasına yol açan, bütün bunlardan öte, mantık adlı yepyeni bir bilgi alanının
varlığını keşfeden ve temellendiren bir filozof olmuştur.
Platon da Aristoteles de varlık ve bilgi konusunda,“değişmeyen
varlığın/varlıkların sağlam
bilgisi”ni elde etmeyi başlıca hedef olarak görmüşlerdir. En
azından felsefe gibi theoriaya dayalı
bir etkinlik söz konusu olduğunda, gündelik deneyimlerin ya da
tek tek doğa olaylarının deneyimlenmesinin pek bir önemi yoktur.
Aristoteles, theoria-historianın birbirine karşıt olarak
konumlanması konusunda, Platon’dan daha açık bir söyleme sahiptir, denilebilir.
Aristoteles, bilgi alanlarını şöyle sınışandırır.
1.
Teorik bilgi,
2.
Pratik bilgi,
3.
Poietik bilgi.
Bunlardan ilkini,(teorik bilgi) bilgiyi başka bir şeyin aracı değil de başlı başına kendisi için
bir amaç olarak gören fizik, matematik ve metafizik gibi disiplinler oluşturur.
ikincisi kapsamına etik,(pratik bilgi)politika, ekonomi gibi insan yaşamındaki eylemlerle ilişkili,
iyinin nasıl elde edilebileceğini araştıran disiplinler girer
Son olarak, (poietik bilimler,) anlamca bilimlerin karşısına konulmuş olan güzel sanatları, yani
insan ürünü şeyleri kapsar-yani bilgiyi bilgi olarak değil, güzel şeyler yapmak
için bir araç olarak görür ve kullanır. Poietik bilgi alanına tragedya, müzik,
resim, heykel gibi sanatlar girer.
Aristoteles, bu bilgi alanları sınışaması çerçevesinde, Herodotos
ve Thukydides’in
kazandırdığı anlamları taşıyan historeini historiografya (tarih yazımı) olarak
adlandırmış ve bu disiplini Peri Poietikes (şiir Sanatı Üzerine) adlı yapıtında bir
edebiyat türü olarak şiirin altında sınışamıştır; çünkü
Aristoteles’e göre şiir sanatı
imgelem (phantasia) yoluyla bile olsa bir genelliği hedeşerken, tarih
yazıcılığı bireysel, rastlantısal olayları edebî bir dille aktarırken böyle bir
genelliği hiçbir zaman yakalayamaz ve bu da felsefenin peşinde olduğu genellik
ile tarih yazımının yalnızca rastlantısalı yakalayabilmesi arasında giderilemez
biçimde bir karşıtlık oluşturur.
Aristoteles’te en yetkin ve açık ifadesini bulan theoria-historia-ya
da felsefe-tarih karşıtlığı, Antikçağ Roma medeniyetinde de aynen korunmuş,
olayları kaydetmek için yıllıklar tutma (annales) ve tarih yazıcılığı arasında
yalnızca edebî ölçütler temelinde ayrım yapılmıştır
Bu ayrıma göre yıllık yazarları,Osmanlı’daki vak’anüvisler gibi memurken,
tarih yazıcıları, Cicero’nun ifadesiyle “insanlar için geçmişten dersler çıkaran”edebiyatçılardır.
Kendimizi sınıyalım
1. Antikçağ Yunan toplumunun gün
geçtikçe kötüye gittiğini düşünen Hesiodos, bu düşüncesini aşağıdakilerden hangisiyle
temellendirmiştir?
a. insanların yaşanmış tarihiyle
b. Tanrıların tarihiyle
c. işler ve Günler’le
d. Theogonia’yla
e. Çağlar Öğretisiyle
cevap:E
2. Zaman unsurunu tüm boyutlarıyla
tarihinde kullanan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Herodotos
b. Pindaros
c. Homeros
d. Hesiodos
e. Thukydides
CEVAP:B
3. “Evrenin kökeni hakkında ortaya
atılmış bilimsel kuram ya da efsane temelli açıklama” anlamına gelen terim aşağıdakilerden
hangisidir?
a. Kozmoloji
b. Kozmon Psykhe
c. Kozmogoni
d. Kosmos
e. Logos
CEVAP:C
4. “insan her şeyin ölçüsüdür;
olanların olduklarının,olmayanların, olmadıklarının” sözünün sahibi düşünür, aşağıdakilerden
hangisidir?
a. Protagoras
b. Gorgias
c. Platon
d. Sokrates
e. Hippias
CEVAP:A
5. Aşağıdakilerden hangisi,
Herodotos ile Thukydides’in ortak yönlerinden biri değildir?
a. Eleştirel tutum
b. Nesnellik kaygısı
c. Birincil kaynaklara önem verme
d. Gezilen coğrafyaların anlatımı
e. Akılcılık
CEVAP:D
6. Ruh hakkında aşağıdaki
ifadelerden hangisi yanlıştır?
a. Ruhun kendisi de bir ideadır.
b. Ruh ölümsüzdür.
c. Ruh maddesizdir.
d. Ruh, tutku, cesaret ve akıldan oluşan bir bütündür.
e. İyiliklerden de, kötülüklerden de ruh sorumludur.
CEVAP:A
7. Platon, toplumsal yaşam ile
ahlâk arasında gördüğü çelişkinin aşağıdakilerden hangisiyle aşılacağını
savunur?
a. Kurumların gelişmesiyle
b. Toplumdaki zenginliğin artmasıyla
c. Doğru bilgi temelinde ideal devletin kurulmasıyla
d. Zenaatların gelişmesiyle
e. Savaşmak için cesaretin artmasıyla
CEVAP:C
8. Platon’da felsefece düşünmenin
bilgisine, bilginin gerçek nesneleri olan ideaları kavrama yoluna yönelten yöntemin
Yunanca adı aşağıdakilerden hangisidir?
a. Dikaiosyne
b. Sophrosyne
c. Alethes Doxa Meta Logou
d. Dialektike
e. Aletheia
CEVAP:D
9. Historein kavramını ilk kez “insanların ve toplumların başından
geçenleri kaydetme yoluyla edinilen bilgi” anlamında kullanan tarih düşünürü aşağıdakilerden
hangisidir?
a. Sokrates
b. Herakleitos
c. Aristoteles
d. Thukydides
e. Herodotos
CEVAP:E
10. Aşağıdakilerden hangisi
Aristoteles’in, Herodotos ve Thukydides’in kazandırdığı anlamlarla historeine karşı tutumunu dile getirir?
a. Empeiria adını vermiş ve doğa bilimleri arasında sınışamıştır.
b. Historiografya adını vererek şiir sanatının altında bir edebi
tür olarak sınıflamıştır.
c.
Pratik bilimler arasında sınıflamıştır.
d.
Teorik bilimlerden biri olarak görmüştür.
e.
Felsefeden beklenen genelliğin bilgisine ulaşmayı tarihten de beklemiştir.
CEVAP:B
E-ALIŞTIRMA SORULARI
Soru 1:
Pindaros, aşağıdaki özelliklerinden hangisiyle efsane temelli tarihçiler
arasında bir ilk olmuştur?
- Zamanı tüm boyutlarıyla
kullanmasıyla
- Yer verdiği konularla
- Belgelere önem vermesiyle
- Olayları yorumsuz aktarmasıyla
- Coğrafya bilgileri vermesiyle
CEVAP:A
Soru 2:
Hesiodos, Çağlar Öğretisi’nde, kendi yaşadığı dönemi aşağıdakilerden
hangisiyle adlandırmıştır?
- Gümüş soylular.
- Altın soylular.
- Tunç soylular.
- Demir soylular.
- Bakır soylular.
CEVAP:D
Soru 3:
Hesiodos, Çağlar Öğretisi ile aşağıdakilerden hangisine
dikkat çekmek istemiştir?
- Tanrıların öfkesine
- Savaşlardaki zaferlere
- Toplumdaki kötüye gidişe
- Tarihin önemine
- Tarihteki mutlak ilerlemeye
CEVAP:C
Soru 4:Edindiği bilgiyi değiştirmeden aktarma ve gerekmedikçe kişisel görüşlerini
aktardığı olaylara katmama gibi özellikleriyle, tarih yazıcılığında
rastlanan ilk farklı modeli oluşturan tarihçi aşağıdakilerden
hangisidir?
- Hesiodos
- Herodotos
- Homeros
- Pindaros
- Thukydides
CEVAP:B
Soru 5:
Aşağıdakilerden hangisi Thukydides’in Herodotos’tan farklı bir
yönünü ifade eder?
- Birincil kaynaklara önem
vermesi
- Yazılı belgelere dayanması
- Tarihçilik yöntemi
- Olayla doğrudan ilgili
belgeleri ön planda tutması
- Gezilen yerler hakkında bilgi
vermemesi
CEVAP:E
Soru 6:
Platon’a göre tarihin itici gücü aşağıdakilerden hangisidir?
- Ruh
- İdealar
- Polis
- Eğitim
- Din
CEVAP:A
Soru 7:
Antikçağ Yunan dünyasının felsefe ve tarihe yönelik zihniyeti,
aşağıdakilerden hangisinde kendisini en açık biçimde
göstermiştir?
- Episteme-Doxa karşıtlığında
- Theoria-Empeiria karşıtlığında
- Historia-Empeiria benzerliğinde
- Theoria-Historia karşıtlığında
- Historia-Doxa benzerliğinde
CEVAP:D
Soru 8:
Aristoteles’e göre bilgiyi başlı başına bir amaç olmak yerine, güzel şeyler
yapmanın bir aracı olarak görüp kullanan tarzdaki bilgi aşağıdakilerden
hangisidir?
- Teorik bilgi
- Pratik bilgi
- Poietik bilgi
- Doğa bilgisi
- Varlığın bilgisi
CEVAP:C
Soru 9:
Platon’un tarihi yorumlayışıyla ilgili aşağıdaki yorumlardan hangisi yapılamaz?
- İnsan ve topluma ilişkin olarak
iyimser bir anlayışa sahiptir.
- İnsandan kaynaklanan
çelişkileri çözülmez görmemiştir.
- Toplum yaşamını hem ilerleme
hem de bozulma açılarından ele almıştır.
- Ruhun etkinliklerini hem
iyileşmeye hem de bozulmaya neden olarak görmüştür.
- İnsanlığı önlenemez bir çöküş
süreci içinde görmüş ve göstermiştir.
CEVAP:E
Soru 10:
I. Ölümsüzlük II. Tutku III. Görünmezlik IV. Cesaret V. Maddesizlik VI.
Akıl.
Platon, yukarıdakilerden hangilerinin ruhun temel bileşenleri/bölümleri
olduğunu savunmuştur?
- I, II ve III’ün
- II, IV ve VI’nın
- II, III ve V’in
- III, IV ve VI’nın
- I, IV ve VI’nın
CEVAP:B
Ruhun temel bileşenleri:
tutku-cesaret-akıl
Ruhun temel
özelikleri: ölümsüzlük-maddesizlik-görünmezlik
Soruda temel bileşenler sorulmuş dikkat edelim
karıştırmıyalım.
ÜNİTE:3
TARİH FELSEFESİNİN ORTAÇAĞDAKİ
KÖKENLERİ-I: HIRİSTİYAN ORTAÇAĞ VE
AUGUSTİNUS
ORTACAĞ
AVRUPA KÜLTÜRÜNÜN VE FELSEFESİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Ortaçağ’ın din temelli düşünce yapısının, bazı felsefe tarihçilerince, bir geçiş dönemi
düşünürü sayılabilecek olan Plotinos’tan başlatıldığını söyleyebiliriz.
ü Plotinos, mistik-panteist bir düşünce ortaya koyarak her
türlü maddeciliğe tutarlı biçimde karşı çıkmış düşünürlerdendir.
Plotinos’a göre
gerçek: Maddeden
oluşmaz,salt tinsel niteliklidir.
Ru___: ise gerçek varlığa daha yakın özelikler segileyen,bedeni bir
araç olarak kullanan,bölünmez bir bir birliğe sahip,anımsamlarına bağlı
olarakhep kendisiyle özdeş,bileşik bir yapıolan bedenden önce var olmuş bir
temel neden ya da ilkedir
Fakat Plotinos’un varlık anlayışı, yalnızca ruh öğretisi bakımından değil,
Tüm var olanların var olmasına olanak tanırken, kendisi başka
hiçbir varlığa gereksinmeden var olan “Bir” (To H˜en) savı
bakımından da özellikle Hıristiyanlığın faydalandığı bir felsefe sistemi olmuştur.
Bu “Bir”in algı ve düşünceyle kavranamaması, Onun hakkında yalnızca
ne olmadığına ilişkin şeylerin söylenebilir olması ve Onun her şeyin
kendisinden türediği yaratıcı ilke, “salt iyi”, “en
yüksek” olması,çok tanrıcılığı korumak isteyenler kadar Hıristiyanların
da Tanrı inançlarını temellendirmede Plotinos’tan yararlanmalarına yol açmıştır.
Mistik terimi, daha çok,kişiye özel, duyudeneyimlerinin sınırlarını
aşan ve metafizik boyutu
olan deneyimleri kapsayacakbiçimde kullanılır.
Panteizmise, kökeni Yunanca’ya dayanan panta-yani her şey ve theos-yani
tanrı sözcüklerinden oluşan,dilimize tümtanrıcılık biçiminde de çevrilen bir
metafizik anlayışın adıdır.
Bu anlayışın felsefe tarihinde bilinen başlıca
temsilcilerinden birisi de Plotinos’tur.
Plotinos, geliştirdiği düşünceler için her zaman Platon’u model
aldığını ve öğretisini Platon’un felsefe sisteminden yola çıkarak oluşturduğunu
ifade edenbir düşünürdür. Bu dile getirişleri, Plotinos’un, Yeni-Platonculuk
adı verilen bir akımın başlıca filozofu olarak anılmasına neden olmuştur.
Ø
Plotinos’a
göre, tüm varolanlar,
“Bir”in kendisinden taşması sonucu İlk
Akıl’ı (Nous),
onun Evren
Ruhunu (Kosmon Psykhe), evren ruhunun tek tek ruhları ve son
olarak ruhların da maddeyi meydana
getirmesi sayesinde oluşmuşlardır ve varlık hiyerarşisinde en alt basamak
kabul edilen maddî her şey, aslında Bir’den bir zerre taşımaktadır. Bu
öğretiye türüm ya da sudûr teorisi de denir.
Sırasıyla: (Bir-İlk / Akıl-Evren / Ruhu-Tek
tek (bireysel) /ruhlar-Madde)
Hıristiyanlık Temelli Ortaçağ Felsefesi
Bizan İmparatoru Iustinianus’un, Platon
tarafından kurulan ve Yeni-Platoncu eğilimi
benimsemiş olan Akademia’ yı kapatarak, Hıristiyanlığa
aykırı gördüğü Yunan felsefesinin okutulmasını yasaklaması, düşünce özgürlüğü
ve farklı görüşlere tahammül açısından Hıristiyan Ortaçağının genel tutumuna ilişkin
benzersiz bir örnektir.
Ø Macit
Gökberk, bu olayı, “Antik
Felsefenin sona erdiğinin dıştan
belirtisi” olarak yorumlamıştır.
Antikçağdaki kültür değerlerini gelecek için korumaya alan da Katolik Kilisesi olmuştur.
Kilise’nin Antikçağ felsefesine ilişkin benimsediklerini, “barbar” kabul ettikleri Roma- Germen toplumlarına öğretmesiyle, Antikçağ düşüncesi, Hıristiyanlaşarak
Avrupa’da yayılmaya başlamıştır
Ne var ki, Antikçağ’da Yunan toplumunun tartışmalarla, çatışmalarla
geliştirdiği düşünce, önce dinden uzaklaşıp salt bilmenin kendisi için
bilmeden-yani theoria etkinliğinden- duyulan
mutlulukla başlayıp gitgide praxis ’in ahlâk ödevlerinin ve dinsel özlemlerin
yörüngesine doğru evrilirken;
Ortaçağ Hıristiyan dünyasındaki düşüncenin gelişimi, Yunan düşüncesiyle ilgili söylediklerimizin tam
tersine bir yolu izlemiştir:
Ortaçağ düşünürleri, Antikçağ’a ilişkin benimsenen düşünceleri ve
felsefeyi, “bulunmuş bir doğru” olarak benimseyip,deyim yerindeyse “hazır paket
program” kabul ettikleri bilgi toplamının bazı tutarsızlıklarını
gidererek bu toplamın çeşitli kısımlarında onarımlar, düzeltmeler yaparak işleme
yolunu seçmişlerdir.
Kilise Babaları Dönemi, Yahut Patristik Felsefe
Kilise Babaları, Ortaçağ’a temel karakterini veren Hıristiyan felsefesinin zeminini
hazırlayan düşünürler için kullanılan bir addır. Bu döneme Patristik
Felsefe de denir.
Bu dönemin başlıca düşünce akımı olarak gnostisizm,
başlıca düşünürleri arasındaysa Kartacalı Tertullianus, İskenderiyeli Clemens,
Origenes ve Skolastiğe geçişin de sembolü olarak kabul
edilebilecek Augustinus yer alır.
Kilise Babaları dönemine ya da Patristik Felsefe’ye verilen
bir başka ad da Apolojik Dönem
olarak bilinir.
Hıristiyanların yaklaşık 250 yıl süren kovuşturmaya ve
işkenceye uğrama dönemindeki çalışmalarını en iyi özetleyen de Yunanca’da “özür,gerekçelendirme” gibi
anlamlar taşıyan apologia
sözcüğüdür.
Yunanca bir sözcük olan gnosis,
Ortaçağ’da “bilgi”, “Tanrı’yı duygu ile
bilmek” gibi anlamlarda
kullanılmıştır.
Gnostisizm, fantastik düşünce öğelerinin çokluğundan, Augustinus sonrası Hıristiyanlığın
resmî görüşünden çok uzak sayılacak din görüşlerini de içinde barındıran bir
çığır olmuştur.
Kartacalı Tertullianus, gnostiklere karşı olan bir düşünürdür.
Felsefe tarihinde en iyi
bilinen sözü, “Akıl almaz olduğu için inanıyorum” olan Tertullianus’a
göre gerçek îman, kişinin Tanrı önünde kibrini kırması ve
nefsini alçaltmasıdır. Bu
anlayışa göre, tanrısal sırların bilinçte veya akılda doğmasını
beklemek, Tanrı’ya karşı
en büyük küstahlıktır.
Hıristiyan Gnostiklerinden olan İskenderiyeli Clemens’e göre,inanmak,
bilmekten önce gelir ve
bilmenin temelini oluşturur,fakat insanın nihai ereği, Tanrı
hakikatini anlamaktır. Felsefe ile din, yahut akıl ile açınlama (vahiy)
arasında bir uzlaşma arayışının tarihi olarak da görülebilecek olan Ortaçağ
Avrupa felsefesinin neredeyse bütününe sinen bu anlamaya
yönelik yaklaşımı en iyi ifade eden de Clemens’in, ““Anlayayım diye inanıyorum” sözüdür.
HIRİSTİYAN TARİH DÜŞÜNCESİ VE TARİHÇİLİK
Ortaçağ Avrupa düşüncesinin bütününü belirlemiş olan Hıristiyanlığın
tarih anlayışı, önemli ölçüde Yahudiliğin tarih anlayışından
etkilenmiştir.
Kutsal Kitap Eski Ahit’in (Tevrat) içeriğinde ifade bulan dünya tarihi,
ü Dinkler’e
göre, Tanrı ile Şeytan arasındaki bir mücadeleyi temel
alan soyut bir yaratmada köklerini bulabileceğimiz, insanın ilk günah nedeniyle
yeryüzüne düşmesiyle devam eden ve tarihin gidişini belirleyen bir anlatı
içerir.
ü Wartenburg’a göre Yahudilik ve Hıristiyanlık, insantoplum yaşamına
ilişkin Antikçağ Yunan düşüncesinin tanışık olmadığı yeni ve özel bir zaman
anlayışı geliştirmiştir ve bu zaman anlayışı, Yeniçağ ile birlikte ne kadar
dünyevîleşmiş olsa da, Batı düşüncesindeki neredeyse tüm tarih felsefecilerinin
düşüncelerine sinmiştir
“Çizgisel” olarak da tanınan bu zaman anlayışı, fiziksel
olmaktan çok, belirli bir başlangıcı ve bitimi olan, sonunda insanın
yargılanarak ödüllendirilip cezalandırılacağı, başlangıçtan bitime kendi
içinde bir süreklilik ve gelişim taşıyan, tanrı-bilimsel
(teolojik) bir anlayıştır ve Batı’da “tarih
bilinci”ni uyandırmak gibi önemli bir etkiye sahiptir.
“Çizgisel Zaman”, Yahudi-Hıristiyan tarih anlayışıyla şekillenen yeni zaman
anlayışı için sık kullanılan
bir addır. Bu anlayışta, tarih olaylarının bir daha tekrar
etmeyen, düz bir çizgi üzerinde sürekli belirli bir
sona ya da hedefe ilerleyen yapıda oldukları düşüncesi ön
plandadır.
ü Mircea
Eliade’ye göre,
İsa’nın Tanrı’nın bedenlenişi olarak yorumlanması ve Tanrı’nın varlığının başka
bir boyutu olarak görülmesi, tarihin yeniden “kutsal tarih” hâline
gelmesine neden olmuştur, fakat bu “kutsal tarih”, eski dinlerde anlaşıldığı
biçimiyle efsânevî bir bakış açısını barındırmaz Böyle bir kutsal tarih, yine Eliade’ye
göre, bir felsefeden çok bir tanrıbilime ulaşmıştır; çünkü “insanlığın
kurtuluşu” diye ifade edilen tarihin
ereği, bu dünyadaki tarihin kendisini araçlaştırmıştır:
Ø Eliade “Kurtuluş” ile
insanın ilk yaşadığı cennet eşanlamlı görüldüğünde, “tarihin sonu”,
tarih felsefesinden çok tanrıbilimin
bir sorunu hâline gelir.
ü Etiénne
Gilson, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu adlı çalışmasında, Hıristiyan tarih anlayışının başlıca niteliklerini
şöyle özetlemiştir:
1.Hıristiyanlığın getirdiği tarih anlayışı daha çok ereklidir.
2. Hıristiyanlık, Tanrı’nın
başlangıçsızlığı ve sonsuzluğu ile varlıkların gelip geçiciliği arasında salınıp
duran insana, isa Peygamber aracılığıyla, sonsuzluğa kavuşmanın yolunu açmıştır
3. Yunan düşüncesindeki döngüsellik ve sonsuz dönüşün yerini
süreklilik kavramı
Almıştır
4.Hıristiyan düşüncesinde, insanlık tarihinin toptan bir gelişme
sürecinde olduğu fikri baskındır.
ü Robin
George Collingwood da Hıristiyan tarih anlayışının sonraki tarih
tasarımlarına yönelik etkilerini yorumlarken, Gilson ile yer yer benzer
düşünceler öne sürmüştür.
Fakat Collingwood, tarih sürecinin, Ortaçağ Hıristiyan
dünyasında
1. Temel amacı insanın iyiliği olan,
2. insanın temel eylemci olduğu bir “Tanrı murâdı” olarak
görüldüğünü de savunmuştur.
Collingwood, günümüzde de zamanı kendisine göre
ölçtüğümüz Miladi takvimin “isa’dan
Önce” ve “isa’dan Sonra”
ayrımını, Hıristiyan tarih düşüncesinin bir etkisi olarak yorumlamaktadır.
Wartenburg’a
göre,Hıristiyanlığın getirdiği tarih ve zaman
anlayışı, Antikçağ kültürüne yabancıdır ve bu tarih anlayışı, insanın ve
toplumun tarihsel bir temeli olduğu yönlü ön kabulün Yeniçağ
Avrupası’nda da yaygınlaşmasının temel nedenidir.
Hıristiyanlık’tan sonra artan bir ivmeyle, Avrupa kültüründe
insanlığın tarihsel bir gerçeklik,insanın kendisinin de bir tarih varlığı olarak anlaşılmasını yaygınlaştırmıştır.
AUGUSTİNUS: İLK TARİH FİLOZOFU
ü Augustinus’un
Hıristiyan tanrıbiliminden
yararlanarak ve ona bağlı kalarak geliştirdiği tarih anlayışı, tüm Ortaçağ
boyunca Kilise’nin de resmî tarih görüşü olmuştur.
Ø Augustinus’a göre Tanrı, zamanın dışında, O’nun tarafından yaratılmış her
şey zamanın içindedir
Augustinus, zamanın tanrı değil, insan için var olan bir yapı olduğu
düşüncesindedir. Bu anlayışa göre Tanrı, yarattığı şeyler gibi, zamanın bir
parçası değildir.
Augustinus’a göre İsa Peygamber’in Hıristiyanlar’a
kurtuluşu müjdelemek ve kurtuluşun yolunu göstermek için yeryüzünde beden
olarak görünmesi, sonu Eskaton olan tarih sürecinin başlangıcıdır.
İnsan, Tanrı tarafından özgür yaratılmış olsa da güdüleri ve
gururu, Adem’den bu yana onu günaha sürüklemiş, ilk günahtan bu yana insan hep
kötüye yönelmiştir. Bu günah batağından insanı yalnızca Tanrı Kayrası (Gratia) kurtarabilir.
Iustus Dei, yani
Tanrı’nın adaleti, insanı yaptıklarından dolayı ödüllendirecek veya
cezalandıracak olan en yüksek ölçüttür.
Ödül, günahtan kurtulmadır ve “Tanrı’nın
oğlu” İsa Peygamber, “seçilmiş” insanlara-yani Hıristiyanlar’a kurtuluşu müjdelemek ve
kurtuluşun yolunu göstermek için yeryüzünde beden olarak görünmüştür (bedenlenme-Inkarnation).
Bu görünme, sonu Eskaton (Tanrı
mahkemesi, kıyâmet) olan tarih sürecinin de başlangıcıdır.
Augustinus, tanrıbilimsel unsurlarla örülü bu görüşleriyle, tarihi
“tekerrürden ibaret” olmaktan çıkararak, onun bir
daha tekrar etmeyecek olayların oluşturduğu bir defalık bir süreç olarak anlaşılmasına
zemin hazırlamıştır.
De Civitate Dei’dir (Tanrı Devleti Üzerine): :Augustinus’un tarih felsefesinin ya da
teolojisinin izlerini sürmek için kendisine ait en önemli yazılı metin, Tanrı Devleti’ni,“gelecekte kurtuluşa ermiş olan insanların kuracağı devlet”
olarak tanımlar.
Yeryüzü Devleti (Civitas Terrana) ya da Şeytanın Devleti (Civitas Diaboli): bu
dünyada güdülerinin ve gururunun peşinden giden, kötüye uyanların devletidir.
İşte tarih,tam da bu iki tür devletin arasındaki çatışmanın
ve bu iki devletin birbirinden
kopuşlarının süreci olarak anlam kazanır.
Kendimizi Sınayalım
1. Gerçek îmanın, kişinin Tanrı
önünde kibrini kırması ve nefsini alçaltması olduğunu savunan düşünür aşağıdakilerden
hangisidir?
a. Augustinus
b. Kartacalı Tertullianus
c. Origenes
d. Plotinos
e. iskenderiyeli Clemens
CEVAP:D
2. “Anlayayım diye inanıyorum”
yaklaşımını savunan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. İskenderiyeli Clemens
b. Etiénne Gilson
c. Augustinus
d. Kartacalı Tertullianus
e. Mircéa Eliade
CEVAP:A
3. Wartenburg ile ilgili aşağıdaki
ifadelerden hangisi yanlıştır?
a. Yahudilik ve Hıristiyanlık, çizgisel-teolojik bir zaman anlayışı
geliştirmiştir.
b. Hıristiyanlık, zaman anlayışı bakımından Antikçağı n bir ardılıdır.
c. Antikçağ Yunan düşüncesi çizgisel zaman anlayışıyla tanışık değildir.
d. Çizgisel-teolojik zaman anlayışı, Yeniçağ Avrupası’nda
dünyevîleşmiştir.
e. Çizgisel zaman anlayışı, neredeyse tüm Batılı tarih filozoflarında
görülür.
CEVAP:B
4. Mircea Eliade’ye göre, “tarihin
sonu”, en çok aşağıdakilerden hangisine bağlı olarak tarih
felsefesinden çok tanrıbilimin bir sorunu haline gelir?
a. İsa’nın Tanrı’nın bedenlenişi olarak yorumlanmasına
b. Tarihin Tanrı’nın varlığının başka bir boyutu olarak görülmesine
c. Kutsal tarihin tanrıbilime ulaşmış olmasına
d. Tarihin din ekseninden çıkarılmasına
e. “Kurtuluş” ile insanın ilk yaşadığı cennetin eşanlamlı görülmesine
CEVAP:E
4.
Etiénne
Gilson’a göre aşağıdakilerden hangisi, Hıristiyan tarih anlayışının temel niteliklerinden biri değildir?
a. Döngüsellik ve sonsuz dönüşün yerini süreklilik kavramını alması
b. İnsanlık tarihinin, kusursuz bir ereğe doğru ilerlemesi
c. İnsanlara, asla sonsuzluğa kavuşamayacakları düşüncesini
dayatması
d. İnsanlık tarihinin toptan bir gelişme sürecinde olduğu fikrinin
baskın olması
e. İnsanlık tarihinin, düzenli olaylardan örülü bir tarih olması
CEVAP:C
6. Günümüzde de zamanı kendisine
göre ölçtüğümüz Miladi takvimin “İsa’dan Önce” ve “İsa’dan Sonra” ayrımını, Hıristiyan
tarih düşüncesinin bir etkisi olarak yorumlayan düşünür aşağıdakilerden
hangisidir?
a. Collingwood
b. Gilson
c. Eliade
d. Wartenburg
e. Dinkler
CEVAP:A
7. Augustinus’a göre zamanla
ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a. Tanrı zamanın dışındadır.
b. Tanrı tarafından yaratılmış her şey zamanın içindedir.
c. Zaman, geçmiş-şimdi-gelecek arasında bulunan bir yapıdır.
d. Zaman, şimdi yaşamakta olan kişinin anımsaması ve beklentisiyle
anlam kazanır.
e. Zamanın varlığının anlamlılığı, insanın anımsama ve
beklentisine bağlı değildir.
CEVAP:E
8. İnsanı yaptıklarından dolayı
ödüllendirecek veya cezalandıracak olan en yüksek ölçüt, Augustinus’a göre aşağıdakilerden
hangisidir?
a. Gratia
b. Iustus Dei
c. Eskaton
d. Civitas Diaboli
e. Civitas Dei
CEVAP:B
9. Augustinus’a göre tarih
sürecinin sonunda aşağıdakilerden hangisi yer alır?
a. Îmân
b. Kilise
c. Eskaton
d. Cehennem
e. Kurtuluş
CEVAP:C
10.Augustinus’un tarih görüşlerinin,
aşağıdaki yargılardan hangisinin yıkılmasına yol
açtığı söylenebilir?
a. Tarihin ereği vardır.
b. Tarihteki olaylar bir defalıktır.
c. Tarihte ilerleme vardır.
d. Tarih tekerrürden ibarettir.
e. Tarih de zaman da sonlu süreçlerdir.
CEVAP:D
E-ALIŞTIRMA SORULARI
Soru 1:
Duyu sınırlarını aşan ve
metafizik boyutu olan, fakat daha çok kişiye özel deneyimleri ifade edecek
biçimde kullanılan terim aşağıdakilerden hangisidir?
- Metafizik
- Tinsel
- Panteizm
- Tanrısal
- Mistik
CEVAP:E
Soru 2:
Panteizm terimi için
kullanılan Türkçe karşılık aşağıdakilerden hangisidir?
- Temeldencilik
- Tanrıtanımazlık
- Tümtanrıcılık
- Tümevarımcılık
- Tümdengelimcilik
CEVAP:C
Soru 3:
Aşağıdakilerden hangisi
Plotinos’un düşüncesine karşıt bir görüşü dile getirmektedir?
- Varolan her şey maddeseldir, öyleyse varlık da
somuttur.
- Bir hakkında ancak onun ne olmadığından söz
edilebilir.
- Gerçek varlık ancak tinsel nitelikte olabilir.
- Bir, hem salt iyi, hem de sonsuz ışıktır.
- Bir, varolanların temelindeki gerçek varlıktır.
CEVAP:A
Soru 4:
Aşağıdakilerden hangisi
Ortaçağ’ın din temelli düşünce yapısını hazırladığı kabul edilen düşünürdür?
- Platon
- Plotinos
- Aristoteles
- Porphyrios
- Epikouros
CEVAP:B
Soru 5:
Aşağıdakilerden hangisi
Ortaçağ Avrupasını karakterize eden bir niteliği ifade etmez?
- Katolik Kilisesi en büyük ve önemli güç odağıdır.
- Felsefe ile dinin uzlaştırılması başlıca düşünsel
kaygı olmuştur.
- Derebeylikler ortaya çıkmıştır.
- İmparatorluklar bağımsız hareket eden siyasi
güçlerdir.
- İlk Üniversiteler ortaya çıkmıştır.
CEVAP:D
Soru 6:
“Hıristiyanlığın ilk
savunucularının kendi dinlerinin dogmalarını Antikçağ Yunan felsefesinin
araçlarıyla biçimlendirerek inancı da kavramsal bir forma dönüştürdükleri,
dinsel ağırlıklı olsa da felsefi yönleri de olan bir düşünce çığırının
adıdır.”
Yukarıda tanımı verilen
düşünce akımı ya da dönem aşağıdakilerden hangisidir?
- Yeni Platonculuk
- Stoacılık
- Epikourosçuluk
- Patristik Felsefe
- Kinikler
CEVAP:D
Soru 7:
Ortaçağ’da daha çok
“bilgi” ve/veya “Tanrı’yı duygu ile bilmek” anlamlarında kullanılan Yunanca
terim aşağıdakilerden hangisidir?
- Gnosis
- Episteme
- To Hēn
- Doxa
- Idea
CEVAP:A
Soru 8:
Gerçek îmanın, kişinin
Tanrı önünde kibrini kırması ve nefsini alçaltması olduğunu savunan birinin
benimseyeceği slogan aşağıdakilerden hangisidir?
- İnanıyorum o halde varım.
- Anlamak için inanıyorum.
- Akıl almaz olduğu için inanıyorum.
- İnanıyorum çünkü akla uygundur.
- Kanıtlayabildiğim için inanıyorum.
CEVAP:C
Soru 9:
I. İnanmak bilmekten
sonra gelir.
II. İnanmak bilmenin
temelini oluşturur.
III. İnsanın nihai ereği
Tanrı hakikatini anlamaktır.
İskenderiyeli Clemens
yukarıdakilerden hangisini/hangilerini savunmuştur?
- I, II ve III
- Yalnız I
- Yalnız II
- I ve II
- II ve III
CEVAP:E
Soru 10:
Augustinus’un
geliştirdiği tarih yorumu için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
A.
Hıristiyanlığa aykırı unsurlar içermektedir.
B.
Tarihi “tekerrürden ibaret” olmaktan çıkarmıştır.
C.
Tarihçilik yöntemine büyük katkısı olmuştur.
D.
Theoria-historia ayrımını derinleştirmiştir.
E. Aristoteles’in zaman anlayışını temel
almıştır.
CEVAP:B
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder