DİL
FELSEFESİ
Bircan hanıma teşekkürlerimizle
ÜNİTE :1
DİL FELSEFESİNE GİRİŞ
DİL FELSEFESİ NEDİR?
Dil felsefesini:dil üzerine felsefi soruların
tartışıldığı bir alan olarak tanımlayabiliriz.
Dil felsefesi en geniş anlamda tüm diller arasında ortak olanı araştırır.
Kısaca dil felsefesi dilin
yapısı / terim ve tümcelerin anlamları /dilin
dünya ve insan
düşüncesi ile ilişkisi / dil kullanımı ve iletişim/ üzerine felsefi soruların
tartışıldığı bir alandır
ü
Kant’a göre özne/yüklem biçimi insan düşüncesinin temelini oluşturur.
ü
John Locke, sözcüklerin anlamı ile düşünme ve iletişim kurma arasındaki
ilişkiyle ilgili kimilerine göre felsefe tarihinde ilk dil kuramını geliştiren filozof olmuştur.
ü
John Stuart Mill, günümüz dil felsefesinde temel bir konumu olan “gönderme” ile “anlam” arasındaki ayrımın ilk
tohumlarını atmıştır.
ü
Ferdinand Saussure’nin dil üzerine yapmış olduğu çalışmalar hem hem
dil bilimde çok
etkili olmuş hem de göstergebilimin
(semiyotik)ve yapısalcılığın
(structuralism) gelişimine öncülük etmiştir.
ü
Ancak günümüzde “dil felsefesi”
olarak anılan alanın gelişimi ancak yirminci yüzyılın başında özellikle Gottlob Frege ve Bertrand Russell’ın çalışmalarıyla başlar.
Günümüzde epistemoloji, ontoloji, zihin felsefesi, mantık felsefesi ve
bilim felsefesi gibi temel alanlarda dil felsefesi geleneğinde gelişmiş olan
görüşler ve bu geleneğin yarattığı felsefe dili ağırlığını korumaya devam
etmektedir.
Analitik felsefe geleneği içinde dil felsefesi
70’li ve 80’li yıllarda üzerine en çok eser verilen
alanların başlarında geliyordu.
Kıta felsefesi geleneği içinde de adına
genelde “dil felsefesi” denmese bile dile yönelik felsefi soruların tartışıldığı
özellikle, semiyotik, yapısalcılık, yapısöküm gibi kuramsal çalışmalar hala ağırlığını hissettirmektedir.
DiL FELSEFESiNiN TEMEL KAVRAMLARI
1.terim
2.özne ve yüklem
3.anlam
4.kavram
5.gönderme
6.içlem ve kaplam
7.bağlam
8.doğruluk değeri.
1.Terim
Ø
Tümce:sözcük ve sözcüklerin bir araya
gelmesinden oluşur.
Örneği: önümdeki masa ahşaptan yapılmış tümcesi
de dört ayrı sözcükten oluşur.
Çoğu felsefeciye göre bu tümce iki parçadan oluşur:
1.önümdeki masa tümcenin öznesi iken,
2. ahşaptan yapılmış
tümcenin yüklemidir.
Ø
Terim: Hem tümceleri hem de tümcelerin
mantıksal parçalarını kapsayan dilsel yapılardı.
Ø
Tekil terim: Tek bir nesneye gönderme yapma
işlevi olan terimlere denir
Diğer yandan tüm yüklemler
ve tüm tümceler de terim kategorisine girer.
Kısaca terim bir ya da birkaç sözcükten oluşan, tam bir tümce ya da bir
tümcenin mantıksal bir parçası olan dilsel bir yapıdır.
2.Özne ve Yüklem
ü
Kant’ın etkisiyle felsefi terminolojiye yerleşmiş olan özne/yüklem ayrımı,özellikle
sentaks alanında çok temel bir rol oynar.Almanca’da “Praedikat” olarak dile getirdiği ve “yüklem” olarak çevirdiğimiz terim,
bazen bir tümcenin sentaktik bir parçasını dile getirirken bazı durumlarda da
bir nesneye yüklenen niteliği ya da özelliği kast eder.
ü
Gottlob Frege Bu çift anlamlılığı
ortadan kaldırmak için yüklemi bir tümcenin
sentaktik bir parçası olan bir terim olarak kabul eder.
Yüklem: en yaygın olarak tanımı şöyledir: “bir
tümceden özne konumundaki terimi çıkardığımızda tümcenin geriye kalan bölümü o
tümcenin yüklemidir”
Basit özne/yüklem formundaki tümcelerde yüklemin
işlevi öznenin gönderme yaptığı nesneye bir özellik ya da nitelik yüklemektir
Bu gömlek yeşildir tümcesindeki “x
yeşildir” türü yüklemlere tek boşluklu yüklemler” deniyor. Bunun
nedeni yüklemin tek bir özneye uygulanıyor olmasıdır
Ahmet Ayşe’den uzundur tümcesinin yüklemi bir nesneye
nitelik yüklemek yerine iki nesne arasında bir ilişki kurar.Bu
tümcenin içindeki özel adları çıkardığımızda geriye kalan “x
y’den uzundur”
şeklinde ifade edebileceğimiz terim bu tümcenin yüklemi işlevini görüyor .Bu
tür yüklemlere de “çift boşluklu
yüklemler” diyoruz.
Niceleyiciler de yüklem olarak kabul edilir. Ancak nesneye değil bir kavrama,
bir özelliğe, ya da bir niteliğe yüklenirler.
Örneğin “ejderha
yoktur” tümcesinde yer alan“yoktur” yüklemi bir hayvana değil bir kavrama
(ejderha kavramına)
yükleme yapıp bu kavramın boş olduğunu, yani hiçbir nesneye doğru olarak
yüklemlenemeyeceğini ifade eder. Bu tür yüklemlere de
“ikinci dereceden yüklem” denir.
Özne özne de bir dile ait ve harf veya karakterlerden oluşan sentaktik
bir unsurdur. Buna bazıları “sentaktik
özne”der
Örneğin “Ahmet çok
çalışıyor” tümcesinin öznesi Ahmet’in kendisi değil “Ahmet” adıdır.
Diğer yandan bir tümcenin hakkında olduğu şeye de (bu
durumda Ahmet’in kendisine) genelde “mantıksal özne”
ve Frege geleneğindeyse “nesne”adını veriyoruz.
Dil felsefesinin temel sorunlarından biri de özne ile yüklemi tümce
içerisinde bir arada tutan şeyin ne olduğu konusudur.
Frege’ye göre yüklem:
Boşluklu (doymamış) bir terim iken,
Özne boşluksuz (doymuş) bir terimdir.
3.Anlam
Dil
felsefesinin en temel kavramlarından biri de anlam kavramıdır.
Anlam:bir
sözcüğü kavradığımızda kavranan şeye anlam denir.
Tek
bir sözcükten yada sözcüklerden oluşan terimlerde bir anlam ifade ederler.
Tümcelerin
anlamlarına günümüz felsefesinde “önerme”
deniyor.
Tümcelerin
anlamı olan önermeler dil felsefecileri açısından büyük önem taşır.bunun en
önemli nedeni önermelerin aynı zamanda
düşünmemizin en temel unsurları olmasıdır.
Anlam
üzerine ikinci olarak şunu söyleyebiliriz: bir düşüncenin
içeriği o düşünceyi dile getiren bir tümcenin anlamı olan önermedir.
4.Kavram
Kavram
:bilimde ve felsefede olduğu kadar, gündelik dilde de sıklıkla
kullandığımız bir kavramdır.
ü
Kant’ın felsefesinde kavram ile nesne arasında
yaptığı ayrım çok önemli bir yer tutar. Kant’ın etkisiyle günümüzde de baskın
olan bir görüşe göre kavram bizim nesneleri düşünmemizi sağlayan ve hep “En yaygın olarak kullanılan genel” olan
yapılardır. Kavram birçok nesnede örneklenebilecek türde genel bir şeydir.
Kavramın basitçe tanımı;bir
dilin parçası olan bir sözcüğü,yada sözcüklerinbir araya gelmesiyle oluşan
tümce gibi bir terimi kavradığınızda o kavranan “şey”bir anlamdır.yani
Ø
halde bu görüşe göre şu sonuca varabiliriz:
kavram aslında bir tür anlamdır.
“Masa”, “insan”,“gezegen”, “güneşin
çevresinde dönen gök cisimleri” gibi tür adlarının anlamlarına kavram
diyebiliriz.
Kavramlar
hep tümeldir, tikel olamazlar. Kavramların tümel olma nitelikleri sayesinde
dünyayı kategorilere ayırma işlevleri vardır
5.Gönderme
Dil
felsefesinin üzerine en çok yoğunlaştığı diğer bir temel kavram da gönderme kavramıdır.
ingilizce’deki
“reference” teriminin karşılığı olarak
dilimizde( yönletim-yöneltim-imleme)
terimleri
kullanılmış olsa da, dil bilimciler tarafından kabul gören ve gündelik dilde de
sıklıkla kullanılan “gönderme” terimi hem diğer seçeneklere göre daha
kolay anlaşılabilir olması, hem de yeni türetmelere açık bir terim olması
nedeniyle bazı dil felsefecileri tarafından yeğlenir.
Örneğin “Sokrates konuşmayı çok severdi” tümcesindeki
“Sokrates”
adı ile Antik çağın büyük filozofu Sokrates arasında bir ilişki olmalıdır.
Ø
İşte bu ilişkiye dil felsefesinde“gönderme”
deniyor. “Sokrates”
adı Sokrates’e gönderme yapıyor.
Ø
Adın gönderme yaptığı nesneye de (bu
durumda Sokrates) o adın göndergesi diyoruz.
Ø
Eğer iki terim aynı nesneye gönderme
yapıyorlar ise bu terimlere “eşgöndergeli”terimler
diyeceğiz.
Örneğin:
en
küçük asal sayı” terimi
ve en küçük pozitif çift sayı” terimide 2
sayısına (yani aynı nesneye) gönderme
yapar.
Dil
dünya ilişkisi konusun da geleneksel realist
görüşe göre,
Örneğin:
“Atatürk’ün
annesi onu sevgiyle büyüttü” tümcesinde “Atatürk’ün annesi” terimi Zübeyde Hanım’a gönderme yapar;
Tümcenin
özne konumunda kullanılabilen “o”, “bu”, “şu”, “ben”,“sen” gibi
zamirler de tekil terimler olarak gönderme yapan dilsel unsurlardı.
Ø
Diğer yandan tümcenin yüklem konumundaki
terimlerin neye ve nasıl gönderme
yaptıkları
konusunda dil felsefecileri arasında bir uzlaşım yoktur.
Örneğin
“Çimen
yeşildir” tümcesinde kullanılan “yeşildir” yüklemi
kimine
göre yeşil kavramına,
kimine
göre yeşil nesneler kümesine,
kimine
göre yeşillik niteliğine ve
kimine
görede yeşillik tümeline gönderme yapar.
Ø
Diğer bir tartışmalı konu da tümcelerin
gönderme yapan dilsel unsurlar olup olmadıkları ve eğer öyleyse neye
gönderme yaptıklarıdır.Frege’nin kuramında
bir tümce doğruluk değerine gönderme yapar. İki doğruluk değeri olduğunu
kabul eden Frege, bunların birer kavram değil nesne olduğunu söyler.
“Doğru” ve “Yanlış”
yüklem değil addır.
Örneğin:
Dünya
yuvarlaktır tümcesi Doğru’ya,
Dünya
düzdür tümcesi de Yanlış’a gönderme yapar.
6.İçlem ve Kaplam
Dil
felsefesinde özellikle Rudolf Carnap’ın
etkisiyle yerleşmiş olan teknik bir ayrım
da
“içlem” (intension) ile “kaplam” (extension) arasındaki ayrımdır.
Bir
yüklemin doğru olarak yüklemlenebileceği nesneler kümesine o yüklemin “kaplam”ı
diyoruz.
Örneğin “x çift sayıdır”
yüklemindeki x değişkeni ile ifade edilen boşluğa farklı
sayı
adları koyduğumuzda farklı tümceler elde ederiz. “1
çift sayıdır”, “2 çift sayıdır” vs. şeklinde sonsuz sayıda tümce elde
edebiliriz.
Bu
tümcelerin bazıları doğru bazıları yanlış bir düşünce dile getirirler. Bu
yüklem tüm çift sayılar için doğru sonucu vereceğinden, kaplamı tüm çift
sayılar kümesidir.
Benzer
bir şekilde “x yeşildir”yükleminin kaplamı da
tüm yeşil renkli nesneler kümesidir.
İçlemin
tanımı konusunda felseciler arasında bir uzlaşım bulunmaz.bazıları bit terimin
içlemini anlamı ile özdeği tutarlar.
7.Bağlam
Çoğu
dilbilimci ve dil felsefecisine göre terimler ancak bir bağlamda anlam ifade ederler.
Bağlamın en önemli unsurlarının başında zaman ve mekan gelir.
Örneğin “Türkiye’nin
Cumhurbaşkanı bir hukukçudur” tümcesinin öznesinin kime gönderme
yaptığı
zamana göre değişir.
Belirli
bir zamanda bu tümce doğru bir önermeyi dile getirirken farklı bir zamanda
yanlış bir önermeyi dile getirebilir. Kısaca tümcenin doğru ya da yanlış
olması bağlama göre değişir.
Örneğin “Hava yağmurlu” gibi bir tümce de hem zamana hem de
mekana bağlı olarak anlam kazanır.Aynı anda dünyanın farklı
yerlerinde kullandığımızda bu tümce birinde doğru diğerinde yanlış olabilir.
8.Doğruluk Değeri
Klasik
görüşe göre dünyaya dair bir düşüncemizi dile getirdiğimiz bir tümce, eğer
dünyada bir olguya karşılık geliyorsa doğru, gelmiyorsa yanlıştır.
Örneğin “Önümdeki
masa ahşaptır” dediğimde doğru bir şey söylemiş oluyorum.
Neden?
Çünkü önümdeki masanın ahşap olması gerçek bir durum.
Bunlara
bir çok felsefeci“olgu” der.
İşte
en yaygın doğruluk kuramına göre bir tümcenin doğru olması için karşılık
geldiği bir olgu olmalıdır.
Klasik
modern mantıkta yalnızca iki doğruluk değeri vardır: doğru ve yanlış.
Kökeni
Aristoteles’e kadar uzanan bu görüşe göre
bir tümce ya doğru ya da yanlıştır.
Ancak
çağdaş modern mantıkta üç veya daha fazla değerli mantık dizgeleride
ortaya çıkmıştır.
SENTAKS, SEMANTiK VE PRAGMATiK AYRIMI
Dil felsefesi üç ayrı
alandan oluşur:semantik sentaks ve pragmatik.
ü
Sentaks (tümcelerin yapısını araştırı)
ü
Semantik dil
felsefesinin en temel alt alanı (tümcelerin anlamlarını araştırır.)
ü
Pragmatik
(dil kullanımıyla ilgili felsefi sorunları tartışır.)
Sentaks
Dil felsefesinin temel bir alanı olan sentaks
- Bir tümceyi oluşturan terimlerin
mantıksal çözümlemesi nedir?
- Terimlerin bir araya gelerek bir tümce
oluşturmasınıne sağlar?
- Tüm dillerin yapıları temelde aynı
mıdır? türünde soruları tartışır.
Sentaksın felsefede bir alan olarak gelişimi ağırlıklı olarak Frege ve Russell ile başlayıp Wittgenstein ve Carnap ile devam etmiş, daha
sonraları özellikle Chomsky ile dilbilimin
en temel çalışma alanlarından biri haline gelmiştir.
Sentaksın ve modern mantığın kurucusu olarak anılan Frege, basit tümceleri özne ve yüklem olarak iki mantıksal
kategoriye ayırır.
Özne konumundaki terim bir nesneye gönderme yaparken
Yüklemde bir kavrama gönderme yapar.
Öznenin
ve yüklemin tümce içinde sentaktik
işlevleri arasında önemli bir fark bulunur: mantıksal öznenin yalnızca tek bir
nesneye gönderme yapma işlevi varken, yüklem birbirinden farklı öznelere
yüklenebilir.
Örneğin
“Sokrates
konuşkandır” tümcesinde,mantıksal özne
konumundaki “Sokrates” adı tek bir nesneye gönderme yapar,
ancak “_____konuşkandır” yükleminin boşluğunu farklı öznelerle doldurarak yepyeni tümceler
üretebiliriz.
Bunun yanı sıra bir nesneye betimleme yoluyla da gönderme
yapılabilir.
Örneğin:
Aristoteles’in annesi
Türkiye’nin ilk kadın bakanı
Ayın görünmeyen yüzü“
En küçük asal sayı gibi betimlemeleri bir tümcede özne konumunda kullanabiliyoruz.
Semantik
Semantik dil felsefesinin en temel alanı.
- Anlam nedir? (semantiğin temel sorusu)
- Sözcükler nasıl anlam kazanır?
- Sözcüklerin bir araya
gelerekoluşturdukları tamlama, tümce ve yüklem gibi karmaşık terimler
nasıl anlam oluşturur?
- Bir terimin anlamı ile dünya
arasındaki ilişki nedir? Gibi soruların tartışıldığı alandır.
Yirminci yüzyılda özellikle Gottlob Frege’nin yolunu açtığı ve felsefe tarihine dile dönüş olarak geçen dönemden önce kapsamlı bir anlam kuramına
rastlayamayız.Formların zihinden bağımsız varlıklar olduğunu iddia eden Platon, Frege’nin nesnel (objektif) anlam
kuramının zeminini oluşturur. Aristoteles’in Platon’a karşı çıkarak oluşturduğu Tümeller Kuramı ve bunun
bir uzantısı olan ve özellikle Ortaçağ felsefesinde ağırlığını hissettiren Nominalizm öğretisi de anlam üzerine bazı düşünceleri içinde barındırır.
Semantiğin diğer bir temel konusu bir tümcenin anlamı ile o
tümceyi oluşturan terimlerin anlamları arasındaki ilişkidir.
Örneğin “Sokrates akıllıdır” tümcesinin Türkçedeki anlamı,
“Sokrates” adı ile “akıllıdır” yükleminin anlamlarının
bileşkesinden oluşur.
Çoğu dil felsefecisine göre tümce, bir dilin sentaktik yapısı içinde yer alan karakterlerden (harf,
sembol vs. ) oluşan terimlerin belirli sentaktik kurallara
göre bir araya gelmesiyle oluşur
Dolayısıyla
tümce sentaktik bir varlık iken, o
tümcenin anlamı semantik bir varlıktır.Bundan
dolayı çağdaş dil felsefecilerinin birçoğu tümceyi, o tümcenin anlamından
ayırır.
Semantiğin en temel konularından biri de dil dünya ilişkisidir. Bu ilişkiyi genelde dil felsefecileri gönderme kavramı ile dile getirirler.
Gerçekçi (realist) anlayışa göre özel ad, zamir, ad tamlaması gibi tümcenin
özne konumunda yer alan bir tekil terim tek bir nesneye gönderme yapar.
Diğer yandan “semantik holizm” adlı öğretinin bazı yorumlarına
göre terimlerin göndergeleri ancak bir dilsel
çerçeve ya da bir bağlam içinde ortaya çıkar.
ü
Frege’ye göre bir tümcenin göndergesi iki
nesneden biri olmalıdır:Doğru ve Yanlış.
ü
Russell’ın savunduğu bir görüşe göre
tümcelerin dünyada karşılık geldiği şeyler “olgu”lardır.
Bazı felsefeciler tümcelerin olgulara değil, “olanaklı durumlara” gönderme yaptığını savunurlar.
Örneğin
Sokrates
bir filozoftu tümcesi
geçmiş bir olguya gönderme yaparken,
Sokrates
bir atletti tümcesi olanaklı bir duruma gönderme yapar.
ü
Wittgenstein’ın Tractatus’ta
savunur gibi göründüğü bu yaklaşım da sorunsuz değildir.Bu durumda olanaklı
olmayan bir durumu dile getiren (yani zorunlu olarak yanlış olan) bir tümcenin
göndergesinin ne olacağını açıklayamayız
Pragmatik
Pragmatik, tümcelerin kullanımıyla ilgili felsefi sorulara yoğunlaşır.
- Bir tümceyi kullanarak düşünce dile
getirmenin koşulları nelerdir?
- Tümcenin anlamı ile, o tümceyi
kullanarak dile getirmek istediğimiz düşünce ve o tümceyi duyan
dinleyicinin kavradığı düşünce arasındaki ilişki nedir?
Türünde dil kullanımı, dili kullananın içinde bulunduğu bağlam,
kullanıcının niyetleri gibi konuların tartışıldığı bir alan olan pragmatik hem dil felsefesi içinde hem de
dilbilimde özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında yeşermiş bir alandır.
ü
Grice’ın bir tümcenin ifade ettiği
anlam ile, o tümceyi kullanan kişinin dile getirmek istediği anlam arasında yaptığı
ayrım pragmatiğin en temel konularından biridir
Örneğin bakkala girip “Ekmek
varmı?” diye sorduğumuzda amacımız bakkalda ekmek
olup olmadığı konusunda merakımızı gidermek değil, ekmek satın almak
istediğimizi dile getirmektir.Bu isteğimiz tümcenin anlamında değil,o bağlamda
kurulan iletişime dair bazı pragmatik kurallarda ortaya çıkar.
Semantik gönderme kavramı bir terim ile bir şey arasında
soyut bir ilişkiyken,
pragmatik gönderme kavramı bir kişinin bir terimi kullanarak
gerçekleştirdiği bir iş, daha doğrusu (Austin’in deyimiyle) bir
dil edimidir.
Örneğin, “Sokrates çok konuşurdu” tümcesini dile getirdiğimde, “Sokrates” adını kullanarak Sokrates’e
gönderme yapıyorum.Bu durumda ismin semantik göndergesi ile benim bu adı
kullanırken gönderme yaptığım şey aynıdır.
DiL FELSEFESiNiN KLASiK PROBLEMLERINDEN ÖRNEKLER
Dil felsefesinin klasik makalesi olarak kabul edilen “Anlam
ve Gönderme Üzerine”
adlı çalışmasının en başında Frege özdeşlik yargıların nasıl öğretici olduğu
sorsuyla başlar.
Akşam
yıldızı sabah yıldızıdır
yada 5+7=12 türünden özdeşlik belirten bir tümce
sayesinde. bir şey öğreniriz.
Ancak
özdeşlik iminin (“=”) iki tarafında yer alan terimlerin aynı şeye gönderme
yapmaları gerekir.
Örnek: Akşam
yıldızının diğer adı Venüs
Sabah yıldızının da diğer adı Venüs tür
Dolayısıyla akşam yıldızı sabah yıldızıdır
dediğimizde her ikiside “Venüse” gönderme yapıyor.
“a=a” (Akşam yıldızı =akşam
yıldızıdır) biçimindeki bir tümce öğretici
değildir,
“a=b” (Akşam
yıldızı=sabah yıldızıdır.) türündeki bir tümce içinde önemli bir bilgiyi
barındırabilir
ü
Frege’ye göre özdeşlik ilişkisinin doğru
olabilmesi için ortada iki değil tek bir nesne olması gerekir. Yani
özdeşlik tek bir nesnenin kendisiyle girdiği türde çok özel bir ilişkidir.
·
(Örnekteki o tek nesne Venüs)
Bu durumda özdeşlik ilişkisi nasıl öğretici olur? Fregenin bu soruyu
yanıtlama cabası sonucu anlam ile gönderme arasında ayrımı ortaya çıkar.
Ø
Akşam yıldızı ve sabah
yıldızı farklı anlam taşırlar ancak göndergeleri aynı dır.
ü
Russell’ın .Dil felsefesinin klasik makalelerinden biri
haline gelmiş olan “On Denoting”adlı çalışmasında bir dil kuramını sınamak için üç temel semantik
problemden söz eder.
Bunlardan ilki, felsefe tarihinde farklı biçimlerde ve genellikle ontolojik
bir sorun olarak ortaya çıkmış olan “gönderimsiz terimler” ile ilgilidir.
Russell’ın örneğin de
“Fransa’nın şimdiki kralı keldir”
tümcesinin özne konumundaki
“Fransa’nın şimdiki kralı” teriminin bu dünyada bir
karşılığı (yani gönderme yaptığı bir nesne, ya da kısaca göndergesi) yoktur.
Fransa bir krallık olmadığı için ve bir kralı da bulunmadığı için
bu terim gönderme yapmaz. Bu durumda tümcenin doğru bir sav öne sürdüğünü
söyleyemeyiz.
Russell,
bu tür gönderimsiz terimlerin bulunduğu tümcelerin çözümlenmesinde Frege ile özde
ayrılır.
ü
Frege’ye göre bir tümcenin öznesi gönderimsiz
ise o tümce ne doğru olabilir ne de yanlış; ancak söz konusu tümce yine de
anlamlı olabilir.
ü
Russell’a göre
ise her anlamlı tümce ya doğru ya da yanlış
olması gerektiğinden, bu tür tümceleri geliştirdiği “Betimlemeler
Kuramı” ile farklı bir şekilde çözümler.
Antik dönemden başlayarak felsefe tarihinde çok tartışılmış bir
problem de varlık savlarıyla ilgilidir.
Örneğin
“Tanrı yoktur” tümcesinde, özne konumundaki “Tanrı” adı
eğer Tanrı’ya gönderme yapıyorsa, peşinen Tanrı’nın varlığını kabul etmiş gibi
görünürüz; daha sonra onun yok olduğunu söylediğimizde de çelişkiye düşeriz.
Diğer yandan,eğer “Tanrı” adının hiçbir şeye gönderme yapmadığını varsayarsak da savımızın
mantıksal bir öznesi olmadığı sonucuna varabiliriz.
Bir şeyin var olmadığını çelişkiye düşmeden nasıl söyleriz o
halde? Bu sorun öncelikle ontolojinin temel bir problemi
olarak ortaya çıkmış ve sorunun çözümüne yönelik ilginç varlık kuramlarının
gelişmesine neden olmuştur.
ü
Meinong’un kuramına göre
her düşüncenin bir nesnesi olması gerektiğinden, yokluğunu savladığımız
nesnelerin de birer “düşünce nesnesi” olduğu sonucu çıkar
Meinong
ontolojisini reddeden Russell varlık felsefesinin bu temel problemine dil
felsefesi içinde bir çözüm getirir.
ü
Russell’a göre varlık tümceleri görünüşte
basit özne/yüklem formunda görünmelerine karşın, derin sentaksları çok
farklıdır. Bunun nedeni “varlık” yükleminin normal bir yüklem olmamasından kaynaklanır.
ü
Frege’nin de Russell’dan bağımsız olarak savunduğu bu
görüşe göre “varlık” yüklemi
nesnelere değil kavramlara
yüklenen ikinci-dereceden bir yüklemdir.
işte bu sav modern mantığın kurulmasında çok önemli bir yer tutan
“niceleyici” kavramının doğmasına
sağlamıştır.
Frege
ve Russsell bu görüşlerinden yola çıkarak
bir yandan modern
niceleyici mantığın kurulmasına yol açmışlar, diğer
yandan sayı gibi matematiksel nesnelerin aslında mantıksal nesnelere
indirgenebileceği sonucuna varmışlardır.
“Mantıksalcılık” olarak tarihe geçmiş bu kurama göre tüm matematiksel önermeler
mantıksal önermeler türüne indirgenebilir.
DİL FELSEFESİNİN DİĞER FELSEFE ALANLARIYLA İLİŞKİSİ
Dil felsefesi diğer felsefe alanlarının bazıları ile doğrudan bir
ilişki içindedir.
Bunlar arasında en önemlileri mantık, zihin felsefesi, epistemoloji ve ontoloji
(ya da
daha geniş anlamda metafizik) alanlarıdır.
Ø
Felsefenin temel sorularının
ne sorduklarını anlamak için öncelikle dil felsefesi yapmak gerekir.
Dil felsefesinin diğer alanlarla olan ilişkisi:
·
Mantık ile dil felsefesi
arasındaki ilişki öncelikle sentaks
alanında kendini gösteriyor.Dil felsefinde sentaks çalışmaları Türkçe ya da
Çince gibi özgül dillerin değil tüm dillerin yapısını araştırır. Frege
ve Russell’ın günümüz Sembolik Yüklemler Mantığı’nı kurarken bu görüşten
yola çıkmışlardı. Kısaca Frege/Russell görüşüne göre mantık alanı aslında
dilin sentaksını araştıran bir alandır
·
Zihin felsefesinin Dil felsefesinin
çok yakından olduğu bir alan da zihin felsefesidir.Adındanda anlaşılacağı üzere
zihin üzerine felsefei sorunlşarın tartışıldığı bir alan olan zihin
felsefesişbilinçşdüşünmeşalglamaa gibi zihinsel durumları yada süğreçleri
araştırı.Çağdaş zihin felsefesinin üzerine çalıştığı
birçok konu ve problem dil felsefesinde geliştirilmiş olan kavramlarla dile
getiriliyor.
Örneğin:
Zihin felsefecilerinin birçoğuna
göre inanmak ve öğrenmek gibi zihinsel süreçlerin içeriği her durumda“önermeseldir”.
Ø
Daha önce de belirttiğimiz
üzere önerme kavramı dil felsefesinde geliştirilmiş bir kavramdır.
Bu görüşe göre eğer, Ayşe bugün yağmur yağacağına inanıyorsa,
inancını dile getirebileceğimiz “bugün
yağmur yağacak” tümcesinin
anlamı olan önerme Ayşe’nin inancının içeriğini oluşturur
Ø
Dolayısıyla dil felsefesinin
bir konusu olan önermelerin çözümlemesi zihinsel süreçleri anlamak için gerekli
hale gelir.
Zihin felsefesinin en temel kavramlarından biri de zihinsel temsil kavramıdır.
Örneğin :
Ali Ayşe’yi seviyorsa, bir şekilde Ayşe’yi kafasında
canlandırabiliyor olması gerekir.
işte
bu “canlandırma”ya zihin felsefecileri
“temsil etme”
diyorlar.
- Epistemoloji alanı da özellikle çağdaş felsefe döneminde
dil felsefesinden destek alır.
Bunun bir nedeni epistemoloji alanında çalışan birçok felsefecinin
bilmenin “önermesel” olduğu görüşünü benimsemesidir.Bu görüşe göre bilme yüklemi, bir “özne” ile bir “nesne” arasında bir ilişki kurar
Buradaki “özne” “bilen varlık” anlamında kullanılıyor.
“Nesne ” ise
bilinen şeye gönderme yapıyor.
Bu görüşe göre bilme yüklemi bir bilen (özne) ile bir
bilinen (nesne) arasında bir ilişki oluyor.
Epistemolojinin üzerine çalıştığı diğer bir temel kavram da doğru kavramıdır. Bunun en önemli nedeni bir öznenin bir önermeyi bilebilmesi
için o önermenin doğruolması gerektiğine dair yaygın görüştür. Bu da dil
felsefesi ile epistemolojiyi birleştiren çok önemli bir başka etken olarak
karşımıza çıkıyor.
- Ontolojinin en merkezi konumunda olan varlık
kavramının çözümlenmesi işi öncelikle dil felsefesinin bir konusudur
Örneğin:
Daha önce kısaca tartıştığımız varlık yargılarına dair dil felsefesinde ortaya çıkmış olan birçok
kuram günümüz ontologları tarafından kullanılmaya devam ediyor.
ÜNİTE:2 ANLAM KURAMLARI
Anlam Kuramları
- Öznelcilik,Bir sözcüğün anlamının insanın
zihninde ya da beyninde yer aldığını savlar.
- Gerçekçilik, Anlamın dilden ve insan zihninden
bağımsız soyut bir varlık olduğunu savunur.
- Bütüncülük,sözcüklerin anlamlarının tek tek
değil bir dilin kavramsal çerçevesi içinde bir bütün olarak kurulduğunu
savunur.
- Doğrulamacılık, bir tümcenin anlamının o tümcenin
doğruluk koşullarında yattığını iddia eder.
- Dışsalcılık,sözcüklerin anlamlarının dış dünya
tarafından belirlendiği görüşüne dayanır.
- Davranışçılık anlamın sözcükleri
duyduğumuzda gösterdiğimiz gözlenebilir davranışlarda yattığını öne sürer
- Doğalcılık her şeyin doğa içinde
bilimsel bir açıklaması olduğu görüşünü savunur
1.ÖZNELCİLİK (Subjectivism)
Öznelcilik öğretisine göre bir sözcüğün anlamı dediğimiz nesne, öznenin
zihninde olmalıdır. Yani insanların zihinleri dışında anlamların olduğu bir
dünya yoktur. Bundan dolayı “anlam”
dediğimiz şeyler özneldir
Bu görüşü bir kuram olarak ayrıntılarıyla savunmuş olan ilk
filozof John Locke’tır.
Locke bir sözcüğün anlamının kişinin zihnindeki bir “ide” olduğunu söyler.
Bu durumda zihinsel süreçler kişiden kişiye değiştiğine göre, bir
sözcüğün anlamı
da kişiden kişiye, hatta aynı kişinin farklı zamanlardaki zihinsel
durumuna göre
değişebilir
Öznelci görüş yirminci yüzyılda özellikle dilbilimde birçok
taraftar bulmuştur.
Örneğin :
ü
Noam Chomsky, sözcüklerin anlamının
sözlüklerde ya da dış dünyada değil,“kafanın içinde” olduğunu savlayarak
Locke’un öznelciliğine dönüş yapar.
Bilim ve bu disiplinin alt kolu olan Yapay Zeka çalışmalarında
da öznelci görüş yaygın olarak kabul görmeye devam ediyor.
Örneğin:
Sinir Ağları kuramının bir versiyonuna göre bir sözcüğün anlamı
beyindeki nöronların aktivasyon düzeylerinin karmaşık ilişkisinin bir
fonksiyonudur.
2.GERÇEKÇİLİK (Realism)
Öznelci görüşe karşı çıkan en önemli anlam kuramı Gerçekçilik adlı öğretidir.
Bu kuramın savunucuları sözcüklerin anlamlarının zihinde yer alan
öznel varlıklar olması durumunda iletişim kurmanın olanaklı olmayacağı
görüşündedirler.
Anlam öznel değil nesnel olmalıdır.
Ø
Tarihte bu görüşün en önemli
savunucusu Gottlob Frege olmuştur.
ü
Frege’nin kuramında çok önemli bir yer
tutan Almancada “Sinn” olarak dile getirdiği şeye Türkçede “anlam” diyebiliriz.Frege bir sözcüğün
insanın zihninde yarattığı öznel çağrışımların o sözcüğün anlamı olduğu görüşünü
reddeder. “Ağaç” sözcüğünü düşündüğünüzde aklınıza bazı imgeler gelir; bunlar
özneldir, bir başkasının aklından başka imgeler geçebilir. Frege sözcüklerin
anlamlarının insan zihninden ve insanın yarattığı dillerden bağımsız soyut varlıklar
olduğunu söyler Sözcükler ancak bir araya gelip bir tümce oluşturduklarında
anlam kazanırlar. Bir tümcenin dile
getirdiği anlam ise o tümcenin parçalarının anlamlarından oluşur. Frege buna “düşünce” (Gedanke) der.
ü
Var olan her şeyin fiziksel dünyada olduğunu söyleyen fizikalizm adlı öğretiyi kabul edenler “anlam” dediğimiz şeyinde fiziksel dünyanın parçası olması gerektiğini
savunurlar; anlamın insanın yarattığı diller sonucu ortaya çıktığı görüşünde
olanlar bu tür bir Gerçekçi görüşü kabuletmezler.
3.DOĞALCILIK (Naturalism)
Frege’nin Gerçekçi anlam kuramı genellikle Platonik bir kuram
olarak görülür. Yani anlamlar soyut ve metafizik varlıklardır bu görüşe göre,
fiziksel olgulardan oluşan doğanın içinde yer almazlar. Bu tür bir metafizik
ontolojiyi reddeden ve özellikle bilimsel bakış açısını benimsemiş olanlar her şeyin
doğa içinde bilimsel bir açıklaması olduğu görüşünü savunur. Bu görüş açısına
en geniş anlamıyla “Doğalcılık” (Naturalism) diyoruz.
Anlamların varlığına doğa içinde bir açıklama getirmenin birden
çok yolu olduğu için farklı Doğalcı anlam kuramları da üretebiliriz.
- Dışsalcılık
anlam kuramı
- Davranışçılık
kuramı
- Öznelcilik
kuramının.
- Tikelcilik gibi kuramlar türetilir.
Tikelcilik Tümellerin varlığını tümden reddeden bu görüş var olan her şeyin “tikel” (particular) olduğunu ve
doğa içinde var olduğunu söyler. Bu kuramın en temel dayanağı benzerlik kavramıdır.
4.DIŞSALCILIK (Externalism)
Locke’ın temellerini attığı öznelci anlam kuramlarına karşı çıkan
bazı çağdaş felsefeciler
anlamı “kafanın içinde” değil “dış dünyada” aramamız gerektiğini ileri
sürer.
Bu
akım öncelikle bilgi felsefesi ve zihin felsefesi alanlarında ortaya çıkmıştır.
Dışsalcılık
öğretisi inanmak, bilmek, düşünmek gibi
tüm zihinsel edimler için geçerlidir. Dil felsefesi açısından önemli olan bu
öğretinin anlam ve
anlama
açısından sonuçları olduğu için şimdi kısaca buna bakalım.
Bu
görüşün önde gelen temsilcilerinden Hilary Putnam, bir sözcüğün anlamını ve o anlamın biri tarafından
kavranmasını, salt kişinin zihninde olup bitenlerle açıklamanın olanaklı
olmadığını savunarak Dışsalcı Anlam Kuramı’nın gelişmesinde öncü
olmuştur
ü Putnam’a göre özellikle doğal türlere ilişkin
sözcüklerimizin anlamları dünyanın durumuyla oluşur.
Örneğin
“su” sözcüğünün anlamı, bu sözcüğü duyduğumuzda zihnimizde oluşan imgeler ya da
düşünceler ile değil, doğada bulunan su türünün kendisi tarafından belirlenir
Yaşadığımız
dünya sözcüklerimizin anlamlarını belirler. Dışsalcılık öğretisi yalnızca “su”
gibi doğal tür adları için geçerli değildir.
Bu
akımın öndegelen bir başka savunucusu olan
ü Tyler Burge “masa”, “koltuk” gibi
eşya adları,“artirit” gibi hastalık adları gibi doğal tür
olmayabilecek başka tür terimlerin anlamları için de Dışsalcılık öğretisinin
doğru olduğunu savunur.
Dışsalcılık
öğretisinin sloganı şu olmuştur: Anlam kafada değildir.
Sözcüklerin
anlamları salt o sözcükleri kullananların kafasında olup bitenlerle değil dış
dünyada ne olup bittiğiyle de ilgilidir.
5.DAVRANIŞÇILIK
(Behaviorism)
Yirminci
yüzyılda psikoloji, dilbilim ve felsefede büyük bir iz bırakan pozitivizmin bir uzantısı
olan Davranışçılık öğretisinden yola çıkarak özellikle Quine’ın öncülüğünde bir anlam kuramı gelişmiştir.
Bu
akım Platon/Frege gerçekçiliğine karşı çıkarak, deneysel olarak
gözlemlenemeyen soyut bir varlık olarak tümel ve
anlamı tümüyle reddeder.
Ø Davranışcı
kurama göre bir sözcüğün anlamı, o sözcüğü duyduğunda kişinin vereceği
davranışsal tepkilerde aranmalıdır.
Örneğin
“kitabım nerede?” diye sorduğunuzda “masanın üstünde” diye bir yanıt
aldı-
ğınızı
varsayalım. Bu tümceyi anlamış olmanız sayesinde dikkatiniz odadaki masaya
yönelecektir.
Yani “masa” sözcüğünü böyle bir bağlamda duyduğunuzda en yakın masaya
dikkatinizin yönelir: bu bir davranışsal eğilimdir.
Ø “Davranışsal”
olmasının nedeni kafanızda olup bitenlerin aksine dışarıdan gözlemlenebilir
olmasından kaynaklanıyor.
Eğilim” (disposition)
dememizin nedeni ise bu davranışı hayatınız boyunca
Hiç gerçekleştirmiş
olmanız gerekmemesinden kaynaklanması; yalnızca bu şekilde davranmaya
eğiliminizin olduğunu belirtmesidir.
Bu
kuram felsefe ile psikoloji
alanlarını birbirine yakınlaştırır; hatta bazıları “anlam felsefesi”nin
aslında psikoloji alanında ele alınması gerektiğini düşünür.
6.DOĞRULAMACILIK
(Verificationism)
Metafiziği
tümden reddeden Mantıkçı Pozitivizm okulunun temel aldığı ;
Doğrulamacı
Anlam Kuramı bir tümcenin anlamının, o tümcenin doğruluk
koşullarında olduğunu savunur.
Ø Bu
kurama göre, bir tümcenin anlamını kavramak, o tümcenin hangi koşullarda doğru,
hangi koşullarda yanlış olduğunu kavramayı gerektiriyor.
Ø Bu
kuramın sloganı haline gelmiş şekliyle “anlam doğruluk koşullarıdır”.
Bu
kuramdan yola çıkarak, Mantıkçı Pozitivistler, klasik felsefenin
metafizik tümcelerinin
doğrulanabilir
ya da yanlışlanabilir olmamalarından dolayı “anlamsız” ya da kendi deyimleriyle “saçma” olduğunu göstermeye çalışırlar.
Peki bir tümcenin“doğruluk koşulları” nedir?
Örneğin:
Biri
size “Bugün yağmur yağacak” derse, bu tümcenin dile getirdiği durumun hangi
koşullarda sağlanacağını hemen anlarsınız.Bugün yağmur yağarsa tümce doğru,
yağmazsa tümce yanlış bir şey dile getirmiş olur. Dış dünya üzerine olumsal ampirik tüm tümcelerin anlamları bu şekilde oluşur
Doğrulamacı
kuramın çok önemli bir sonucu da şudur:
- İki tümcenin doğruluk koşulları aynı ise
anlamları da aynı olmalıdır.
- Bu iki tümce her koşulda doğru olmalıdır.
- Bu iki tümce zorunlu olarak doğrudur.
- Doğrulamacılık kuramına göre bu iki tümce
eşanlamlı olmalıdırlar.
- Yalnızca bu iki tümce değil matematik ve
mantık gibi alanların tüm tümceleri eşanlamlı olmalıdır.
Bu
durumda zorunlu olarak doğru olan tüm tümcelerin aynı anlama geldiği sonucu
çıkar.
Ø Bundan
dolayı bu kuramın savunucuları bunlara “totoloji” adını verirler.
Ø Yanlış
bir matematiksel tümce ise her koşulda yanlış olacağı için onlara da “çelişki”
denir.
Doğrulamacılık kuramına göre üç tür önerme
bulunur: ampirik, totoloji,
çelişki. Bunun dışında kalan tüm tümceler anlamsızdır.
7.BÜTÜNCÜLÜK
(Holism)
Özellikle
çağdaş bilim felsefesinde çok etkili olmuş olan Bütüncülük adlı
kuramı,
kabaca,
sözcüklerin tek tek değil bir bütün olarak anlam kazandıkları görüşü olarak
tanımlayabiliriz.
Örneğin
“öğretmen” sözcüğünün anlamını kavramak için, “öğrenci”,
“öğrenme”, “eğitim” gibi birçok sözcüğün anlamını da aynı anda
kavramak gerekir.
Ø Bu
görüşe göre sözcükler birbirleriyle girdikleri ilişkilerin oluşturduğu bir “kavramsal
çerçeve” içinde
anlam kazanırlar.
Ø Bütüncülük
görüşünün daha dar bir türüne “tümce bütüncülüğü” adını verebiliriz.
Başta
Frege olmak üzere birçok çağdaş dil felsefecisinin
savunduğu bu görüşe göre sözcükler ancak bir tümce bağlamında anlam
kazanırlar.
Örneğin
“dünya” sözcüğü anlamını “dünya yuvarlaktır”, “dünya dönüyor”,
‘dünya güzeldir’ gibi bu sözcüğü içeren tümcelerden
alır.
Bu tümcelerin
içinde geçen “yuvarlaktır”, “dönüyor” ve “güzeldir”
türündeki yüklemsel
terimler
de anlamlarını başka tümcelerden alır.
Bütüncülük
görüşü çağdaş bilim felsefesinde de
etkili olmuştur.
Özellikle
Thomas Kuhn’un öncülüğünü yaptığı bir görüşe göre Newton’un ya da
Einstein’ınki gibi bilimsel paradigmalar fiziksel olguları açıklamak için bir
kuram öne sürerken bir taraftan
da
bir dil oluşturlar.
Buna
Kuhn bazı yazılarında “leksikon” bazı yazılarında da “kavramsal
çerçeve” adını verir.
NEGATİF
ANLAM KURAMLARI
Son
olarak “anlam” denen şeyin varlığını tamamen reddeden görüşleri kısaca ele alalım.
Böyle
bir görüş “anlam” denen şeye ontolojik bir varlık atfetmez.
Bundan
dolayı bu görüşlere Negatif Anlam Kuramları diyeceğiz.
Ø Bu
tür bir kuramın ilk izlerini daha önce de bahsetmiş olduğumuz gibi özellikle
Orta Çağ felsefesinde ünlenmiş olan: Adcılık adlı öğretinin bir versiyonunda bulabiliriz. Bu görüşe göre tüm kırmızı
nesneler arasında ortak olan tek şey hepsine “kırmızı”
adını vermemizdir.
Buradan yola çıkarak “kırmızı” sözcüğünün dile
getirdiği bir “anlam” bulunmadığı sonucuna varabiliriz. Bu
tür bir Adcılık tüm kırmızı nesnelerin örneği olduğu bir Kırmızı Tümelinin
varlığını kabul etmediği gibi bir “kırmızı kavramı” olduğunu da reddeder
Ø “Anlam”ın varlığını kabul etmeyen farklı bir yaklaşımı da ünlü yirminci yüzyıl filozof Ludwig Wittgenstein’ın “ikinci dönemi”nde bulabiliriz. Felsefi Sorgulamalar adlı ünlü ders notlarında kullandığı bir örnek hakkındaki
söylediklerine bakalım
“Oyun”
dediğimiz tüm şeyler arasında değişmez bir ortak yan bulamayız Wittgenstein’a
göre. Olsa olsa tüm oyun dediğimiz şeyler arasında bir “aile benzerliği” bulunur, ama değişmez bir ortaklık yoktur. Buradan “oyun” sözcüğünün anlamının da bir
varlığa sahip olmadığı sonucuna varabiliriz.
Ø Yirminci
yüzyılda bir tür Negatif Anlam Kuramını açıkça savunmuş olan en önemli filozof Quine olmuştur. Çağdaş deneycilik akımının da önemli bir
temsilcisi olan Quine fiziksel dünya içinde yer almayan soyut bir varlık olarak
“anlam” denen bir şeyin
olamayacağını savunur.
ÜNİTE:3
FREGE’NİN ANLAM VE GÖNDERME KURAMI
MATEMATİĞİN
TEMELLERİ
ü Gottlob Frege’nin dil felsefesi büyük ölçüde matematiğin temellerini araştırırken
ortaya çıkmıştır. Frege özellikle Artimetiğin
Temelleri adlı yapıtında, sorulması
kolay ancak yanıtlanması zor bir soru üzerinde durur:Sayı nedir?Bu soruya bir yanıt bulmak için öncelikle “5+7=12” gibi
aritmetiğin basit tümcelerinin bir çözümlemesini yapmamız gerekir Frege’ye
göre. ışte bu çözümleme çabası sonucu Frege matematiğin temellerine dair
kuramını ortaya çıkarıp savunur.
Ø Günümüzde
“mantıksalcılık” adı verilen bu kurama göre aritmetik mantığa
indirgenebilir.
Bunun
iki önemli sonucu bulunur:
(1)
tüm aritmetiksel nesneler aslında mantıksal nesnelerdir;
(2)
tüm aritmetiksel doğrular aslında mantıksal doğrulardır.
Frege’nin
bu kuramını savunmak için geliştirdiği mantık dili, günümüzde artık felsefeden
koparak bir bilim dalı haline gelmiş olan Yüklemler Mantığı’nın kurulmasını da sağlamıştır.
Ø Mantık
hem formel
hem de doğal dillerin temelini oluşturur.
Bu
görüşünden yola çıkan Frege, Aritmetiğin Temelleri’ni
yayınladıktan sonra, çalışmalarını daha genel anlamda dil üzerine
yoğunlaştırarak, 1892 yılında günümüzde dil felsefesinin klasiği haline gelmiş
olan “Anlam
ve Gönderme Üzerine” adlı makalesini yayınlar.
ÖZDEŞLİK
PROBLEMİ
Frege,
günümüzde Anlam ve Gönderme
Kuramı olarak anılan felsefe tarihinin ilk kapsamlı
dil
kuramını geliştirmiştir. Bu kuramın en
ayrıntılı tartışmasını bulduğumuz“Anlam
ve Gönderme Üzerine” adlı başyapıtına Frege bir
soruyla başlar: Özdeşlik ilişkisi neyle ne arasında
bir ilişkidir?
- Matematik ve mantık dilinde “=” imiyle dile getirdiğimiz eşitlik kavramı
özdeşlik ilişkisinin temelidir.
Ayrıca
gündelik dilde kullandığımız:
- Akşam Yıldızı Sabah Yıldızı’dır”
dediğimizde, tümcenin sonundaki -dır sonekiyle yine iki şeyin özdeş olduğunu
söylemiş oluruz.
- Ya da “Her sabah doğan güneş aynı güneştir” tümcesinde
geçen “aynı” sözcüğü yine özdeşlik ilişkisini ifade eder.
Frege’nin Özdeşlik ilişkisi neyle ne arasında bir ilişkidir?Sorusuna
verdiği cevap:
Ø Özdeşlik: dilsel imler, ya da kendi deyimiyle nesnelerin “adları” arasında bir ilişkidir.
Frege bu konuda
önce bir görüş sunup daha sonra yeni görüşünde nasıl yanıldığını ortaya
koymuştur.
Önceki
görüşü: Özdeşlik ilişkisinin nesneler arası değil nesnelerin adları arasında bir ilişki
olduğu sonucunca varmıştır.
Yeni
görüşü:. Özdeşlik ilişkisinin bir nesnenin kendisiyle
arasında bir ilişki olduğunu savunmuştur.
Fregenin bu
konuyla ilgili verdiği örnekte:
“Akşam
Yıldızı” ve “Sabah Yıldızı” adlarının
göndergeleri aynıdır: ikisi de Venüs gezegenine gönderme yaparlar.
Ancak
bu göndermeyi farklı biçimlerde
gerçekleştirirler,Venüs gezegenini farklı biçimlerde temsil ederler. İşte bu temsil etme biçimlerine de Frege “anlam” der.
ANLAM
VE GÖNDERME ARASINDAKI AYRIM
Anlam
ve gönderme arasındaki ayrımı yaparken, Frege, Kant felsefesinin temel bir kavramından yola
çıkar.
Ø Kant’ın deyimiyle dış dünyadaki nesneler bizlere kendilerini “sunarlar”,
Nesnelerin
kendilerini bizlere “sunuş biçimleri” olduğu düşüncesi
Frege’nin kuramı için bir temel oluşturuyor. Aynı nesne, birden çok, hatta
sonsuz şekilde kendini sunabilir:
Örneğin:
- Venüs gezegeni kendini günbatımından hemen sonra ilk ortaya çıkan
parlak gökcismi (Akşam Yıldızı) şeklinde
sunduğu gibi,
- gündoğumundan hemen önce en son görünen parlak gök cismi (Sabah Yıldızı) şeklinde
de sunar.
Nesnelerin
bu farklı sunuş biçimlerine Frege “Sinn”
diyor.
Türkçe’de
bu terime karşılık en yakın sözcük “anlam”dır.
Fregenin
kuramında:
1.Anlam
sayesinde bir nesneyi zihnimizde temsil edip onu adlandırıyoruz.
2.Bir
adın anlamı o adın göndergesi olan nesneyi belirliyor.
3.Anlamlar
bir araya gelerek düşünce (önerme) oluşturuyor.
ANLAMIN
NESNELLİĞİ
Frege’ye göre; Dili, düşünmeyi ve iletişimi olanaklı kılan “anlam” Locke’ta olduğu gibi zihnimizde yer alan öznel bir varlık değildir .
Frege’ye göre;
- Bir sözcüğün göndergesi öznel değil nesneldir.
- Bu görüşe göre “anlam” dediğimiz şey de
zihinlerde yer alan öznel bir şey değildir.
- O da gerçek ve nesnel dünyanın bir parçasıdır.
- Eğer anlam öznel bir şey olsaydı, dil yoluyla
iletişim kurmamız olanaklı olmazdı
- Sözcüklerin
hepimiz için aynı olan anlamları olması gerekir.
- Her ne kadar hangi sözcüğe hangi anlamın
yükleneceği kültürlere göre değişen ve hatta öznel seçimlere bağlı olsa da, bir sözcüğe
yüklenen anlamın kendisi nesneldir.
- Anlamlar dünyası da bizden bağımsız
gerçek dünyanın parçalarıdır.
- Anlam fiziksel değildir ve soyuttur, ancak
varlığı bizlerden bağımsızdır.
Ø Frege ,sözcüklerin zihnimizde çağrıştırdığı öznel imgelere “ide” der.
- Bu çağrışımlar tamamen özneldir ve kişiden
kişiye değişir.
- Bu öznel imgeler sayesinde bir sözcüğün anlamını kavrarız.
- Bu imgeler sayesinde kavradığımız anlamlar ile dış dünyanın nesnelerini zihnimizde temsil edebiliriz.
ÖZEL
AD / YÜKLEM VE NESNE / KAVRAM AYRIMLARI
Sözcükler
belirli mantıksal ulamlar içerisinde anlam kazanırlar.
Bu
ulamlar arasında iki tanesini temel alır Frege:Özne ve yüklem.
Özne
tekil bir terimdir, yani tek bir nesneye gönderme yapar.
Ahmet ,Venüs gibi =özel isimler,
Bu,Şu
gibi =işaret zamirleri,
Ben,
Sen gibi =kişi zamirleri,
En
küçük asal sayı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıl gibi =betimlemelerin hepsi özne konumunda
kullanılabilen tekil terimlerdir.
Yüklemler ise
tek bir nesneye değil birçok nesneye uygulanabilir. Bir tümcenin öznesini
kaldırdığımızda geriye kalan terime “yüklem” diyor Frege.
Örneğin:
Sokrates
akıllıdır tümcesinde “Sokrates”
özne olduğuna göre, bu ismi kaldırdığımızda geriye kalan “____akıllıdır” terimi yüklemdir.
Yüklem
yalnızca “akıllıdır” sözcüğünden oluşmuyor bu örnekte, özneyi kaldırdığımızda
geriye kalan boşluk da yüklemin bir parçası.
Ø Nesne Özne konumunda kullandığımız terimlerin göndergeleri.
Ø Tekil terimler boşlukları
olmamalarından dolayı, “doymuş” terimlerdir.
Ø Yüklemler tanım gereği boşluğu olan “doymamış”
terimlerdir.
Tekil
terimlere nesnelere yüklemler ise kavramlara gönderme yapar.
Örneğin:
Dünya
yuvarlaktır tümcesinin
iki parçası vardır, “dünya”tekil terimi ile “___yuvarlaktır” yüklemi.
“Dünya” sözcüğü bu tümce içinde bir nesne olan
dünyaya gönderme yapar.
“___yuvarlaktır” yüklemi ise bir kavrama gönderme yapar.
Kavramlar tanım gereği
boşluklu doymamış şeylerdir ve bundan dolayı bir kavram hiçbir koşulda bir
nesne olamaz.
TÜMCELERİN
GÖNDERGELERİ VE DOĞRULUK
Frege’nin kuramında özne ile yüklemin bir araya gelmeleri sonucu basit
tümceler
oluşur.
ü
Yüklem bir parçası eksik olan,
ya da yine “doymamış” bir dilsel öğedir.
ü
Özne ise eksiksiz, ya da, doymuş
bir dilsel öğedir.
“Dünya yuvarlaktır” tümcesi iki bileşenden oluşur: “dünya” sözcüğü
tümcenin öznesidir,
“___yuvarlaktır” terimi ise bu tümcenin yüklemidir.
Bu yüklemin altı çizili olan ilk kısmı bir boşluğu temsil eder; işte
o boşluğa istediğimiz özneyi koyabiliriz ve bu boşluğu farklı öznelerle
doldurarak farklı tümceler elde ederiz.
Yani “___yuvarlaktır” yüklemiyle elde edebileceğimiz tümce sayısı
o boşluğa koyabileceğimiz özne sayısı kadardır.
O halde bir dilde eğer sonsuz sayıda özne elde etmek olanaklı ise,
o dilde sonsuz sayıda tümce elde etmek de olanaklı olur..
Ø
Günümüz dilbiliminde önemli bir
yer tutan bu savı ilk ortaya atan Frege
olmuştur.
Ø
İşte sonlu sözcük sayısından
sonsuz tane tümce üretmemizi sağlayan şey yüklemlerimizin doymamış dilsel öğeler
olmalarıdır.
Ø
Frege bundan dolayı yüklemlerin
aslında bir tür fonksiyon olduğunu söyler.
Ø
Matematik dilinin temelinde
yatan fonksiyon kavramı aslında tüm dillerin temelinde yer alır.
Ø
“___bir insandır” yüklemi de
bir fonksiyondur ve her özneyi farklı bir tümceyle eşler.
Bu anlamda yüklem dediğimiz dilsel öğeyi öznelerden tümcelere
giden bir fonksiyon
olarak tanımlayabiliriz.
- Tümce dil yoluyla dünya ile ilişkimizin
kurulmasını sağlar.
- Tümceler sayesinde bir konuda düşünce
dile getirebiliyoruz.
- Bir tümcenin dile getirdiği düşünce bir
anlamda dünya hakkında bir sav içerir.
Daha önce de söylediğimiz üzere bir tümcenin öznesi bir nesneye,
yüklemi ise
bir kavrama gönderme yapar.
Peki
tümcenin kendisi bir bütün olarak neye gönderme yapar? .Şimdi Frege’ninbu
soruya verdiği yanıta bakalım.
Frege’ye
göre bileşik bir terimin bir parçası olan bir terimin yerine aynı nesneye gönderme
yapan (eşgöndergeli) bir başka terim
koyarsak, o bileşik terimin göndergesi değişmez.
Örneğin :
Atatürk’ün
annesi bileşik terimi Zübeyde
hanıma gönderme yapıyorsa, bu terimin bir parçası olan “Atatürk”
ismi yerine “Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı” terimini koyduğumuzda elde
edeceğimiz “
Türkiye’nin
ilk Cumhurbaşkanı’nın annesi terimi de yine Zübeyde hanıma gönderme
yapar.
Frege’yegöre
aynı tür bir ikameyi bir tümce içinde yaptığımızda tümcenin göndergesinin
ne
olduğunu buluruz:
Örneğin:
Dünya
yuvarlaktır tümcesinde
“dünya” yerine “güneşe uzaklığı açısından üçüncü gezegen” terimini koyduğumuzda
“Güneşe uzaklığı açısından üçüncü gezegen yuvarlaktır” tümcesini elde
ederiz.
Ø
Frege’ye göre, bu iki tümce arasında ortak olan
şey doğruluk değeridir.
Tümceler
farklıdır, tümcelerin anlamları farklıdır, değişmeyen tek şey doğruluktur.
Ø
İki doğruluk değeri vardır bu kurama göre:
Doğru ve Yanlış.
VARLIK
TÜMCELERİ VE İKİNCİ DÜZEY KAVRAMLAR
Frege’nin
felsefe tarihine yaptığı en önemli katkılardan biri de varlık yargılarına dair getirdiği özgün çözümlemedir.
Diyelim
ki ejderhaların gerçekten var olduğuna inanan bir çocuğa bu düşüncesinin yanlış
olduğunu söylemek istiyoruz ve bu amaçla şu tümceyi kullandık:
“Ejderha
diye bir şey yoktur”.
Bu
tümcenin öznesi var olmayan bir havyan olan ejderhanın kendisi değildir tabii.
Amacımız
bir hayvandan bahsetmek değil bir kavramdan bahsetmektir,
o da
ejderha kavramıdır.
Yani“___ejderhadır”yükleminin
göndergesi olan kavramdır.
İşte
o kavramın hiçbir nesneye doğru olarak yüklenemeyeceğini dile getirmiş oluruz
bu tümceyle.(“Ejderha diye bir şey yoktur”) tümcesiyle.
Herhangi
bir nesneyiele alıp onun adını “___ejderhadır” yükleminin boşluğuna koyduğumuzda yanlış bir yargı ifade
etmiş oluruz.
Ø Frege
böyle bir uslamlamadan yola çıkarak var olma yükleminin nesnelere
değil kavramlara yüklenen özel bir tür yüklem olduğunu söyler.
Ø Nesnelere
yüklediğimiz yüklemlere “birinci düzey yüklem”
Bu tür yüklemlerin göndergelerine
de “birinci
düzey kavram”der.
Ø Kavramlara
yüklenen yüklemlere de “ikinci düzey yüklem”
Bu tür
yüklemlerin göndergelerine de “ikinci düzey kavram” adını verir.
Günümüz
sembolik mantığındaki
Varlıksal Niceleyici de bu görüşten ortaya
çıkmıştır.
Var olma
yüklemi bir niceleyicidir, çünkü bir kavramın kaç tane
nesne için doğru olduğunu ifade eder.
ü “Kutupta
penguenler vardır” dediğimizde, kutuptaki
penguenler kavramının en az bir nesne
için doğru olduğunu söylemiş oluruz.
ü “Ejderha
yoktur” dediğimizde ise ejderha kavramının
hiçbir nesne için doğru olmadığını, yani bu kavramın altına düşen nesnelerin
sayısının sıfır
olduğunu söylemiş oluruz.
DÜŞÜNCE
ÜZERİNE DÜŞÜNCE
Frege’nin
ilk olarak dile getirdiği bir dilsel ilke Bileşimsellik
ılkesi günümüz dil felsefecilerinin çok büyük çoğunluğu tarafından
benimsenmeye devam ediyor.
Bu
ilkenin hem anlam hem de gönderme için şu şekilde dile getirilebilir:
Anlam
İçin Bileşimsellik ilkesi
Ø Bileşik bir
terimin anlamı, o terimin parçalarının anlamlarının bir fonksiyonudur.
Burada
“bileşik terim” derken kendisi basit
olmayan, ancak basit parçaların bir araya gelmesiyle oluşmuş karmaşık bir
dilsel terimi kastediyoruz.
Bu
tür bileşik terime en iyi örnek bir tümcedir.
Örneğin “dünya yuvarlaktır” tümcesi bileşik bir terimdir.
Bunun
nedeni tümceyi özne
ve yüklem olarak parçalarına ayırabiliriz.
Ø Işte
bu ilke tümce gibi bileşik bir terimin anlamının parçalarının anlamlarının
bir araya gelmesiyle oluştuğunu söylüyor.
Yani “dünya”
sözcüğünün anlamı ile,“___yuvarlaktır” sözcüğünün
anlamı bir araya gelerek, “dünya yuvarlaktır “ tümcesinin anlamını oluşturuyorlar.
Eğer
aynı tümce içinde “dünya” sözcüğü yerine onunla eşanlamlı olan bir başka sözcük koyarsak, tümcenin anlamı da
değişmez bu ilkeye göre.
Ø İşte
bu ilke iki eşanlamlı
terimin bu
şekilde yer değiştirmesi durumunda tümce anlamının aynı kalacağı sonucunu
doğurur
Gönderme
için Bileşimsellik ilkesi
Ø Bileşik bir
terimin göndergesi, o terimin
parçalarının göndergelerinin bir fonksiyonudur.
Örneğin:
“Dünya
yuvarlaktır”, tümcesi
Frege’nin
kuramına göre bir doğruluk
değerine gönderme yapar.
Tümce
doğruysa Doğru nesnesine, tümce yanlışsa da Yanlış nesnesidir bu
gönderge.
Eğer
dünya gerçekten yuvarlak ise, tümcemiz Doğru’ya gönderme yapar.
Ø İşte
bu ilkeye göre tümcemizin göndergesini belirleyen an az iki şey vardır:
1.Tümcenin öznesi olan “dünya”
teriminin göndergesi (ki bu dünya
nesnesidir),
2.Tümcenin yüklemi olan “___yuvarlaktır”
teriminin göndergesi (ki bu
yuvarlıklık kavramıdır)
Bu iki
göndergeyi sabit bıraktığımızda tümcenin göndergesi değişmez.Yani özne
konumundaki “dünya”teriminin yerine o terimle eşgöndergeli olan bir
başka terim koyduğumuzda elde edeceğimiz yeni tümceninde göndergesi aynı kalacaktır.
Kısaca burdan şu
yeni dilsel ilkeyi türetebiliriz.
Ø Doğru bir
tümcenin içinde geçen bir terimin yerine,o terimle eşgöndergeli olan bir başka
bir terim koyduğumuzda yeni elde edeceğimiz tümcede doğru olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder