8 Nisan 2012 Pazar

3. SINIF 6. YARIYIL MANTIĞIN GELİŞİMİ (ÜNİTE 1-2-3)

1. ÜNİTE
Batı Mantığının Doğuşu
YUNAN DÜŞÜNCE DÜNYASINDA MANTIĞIN ORTAYA ÇIKIŞINI HAZIRLAYAN KOŞULLAR
Yunan düşünce dünyasında yerini alan matematik ve felsefe dikkatlice akıl yürütmenin önemli rol oynadığı iki uğraştır. Mantığın kurucusu olduğunu söylediğimiz Aristoteles, matematikle de ya­kından ilgili bir felsefecidir ve mantık sistemini oluştururken matematikteki akıl yürütme biçimlerini de göz önünde bulundurduğu düşüncesi kabul görmektedir.
Matematiğin doğduğu yerlerden biri olan Mısır ile Yunanlıların sıkı bir ticaret ilişkisi vardı. Yunanlıların matematikten Mısır’a yaptıkları ticari yolculuklar sırasın­da haberdar oldukları söylenebilir.
Matematiğin bir bilim niteliğini kazanması Yunanlılarca gerçekleştirilmiştir. İlkçağ Mate-matiğinin ortaya koyduğu önemli sonuçlardan biri olan √2 sayısının bir irrasyonel sayı oldu-ğunun kanıtlamasının bir felsefe okulu olan Pythagoras okulunda gerçekleştirildiği yaygın olarak kabul edilmektedir.
Doğru kabul edilen bir önermeden çelişik iki önerme elde edilmiş ve bundan başlangıçta kabul ettiğimiz önermeden vazgeçmemiz gerektiği sonucuna varılmıştır. “Saçmaya indirge-me” veya “dolaylı kanıtlama” olarak da ad­landırılan bu yöntemin genel olarak “önermelerin sonuçlarına göre değerlendiril­mesi” olduğunu görmekteyiz.
“Diyalektik” sözcüğü eski Yunancada “tartışma” anlamına ge­len dialegesthai sözcüğünden türemiştir. Gerçekten, diyalektik yöntem genel bir ifade ile tartışan taraflardan biri tarafından diğerinin savının olanaksız bir sonuca yol açtığının gösterilmesidir. Diyalektiği felsefede yay-gın bir yöntem olarak hâline getiren Elea’lı Zenon’un (yaklaşık MÖ. 490-430) akıl yürütme-leri ve Platon’un di­yaloglarıdır.
Parmenides ve Zenon
Parmenides (yaklaşık MÖ. 510-440) varlıkbilimsel bircilik (monizm, bazı kaynak­larda tek-çilik) düşüncesini en katı biçimiyle ve tüm mantıksal sonuçlarıyla savunan ilkçağ düşünürü-dür. Parmenides birciliğin “Sadece bir vardır” diye ifade edilebile­cek temel savma “Var olan vardır” ve “Var olmayan var değildir” savlarını ekleye­rek algıladığımızı düşündüğümüz deği-şimin bir yanılsama olduğu sonucuna var­maktadır. “Var olmayan” yani “yokluk” sadece bir addır, hakkında bilinebilecek veya söylenebilecek bir varlık değildir. Parmenides var olanın yaratılmadığı, yok olmayacağı, öncesiz-sonrasız olduğu ve değişmediği sonuçlarına varmıştır.
Parmenides’in ve takipçisi Zenon’un felsefe sisteminde kurallara göre akıl yürütme önemli rol oynamaktadır.
Parmenides’in öğrencisi Zenon hocasının birci öğretisini savunmak için ortaya koyduğu çatışkılarla (paradoks) bilinir. Bu çatışkılardan birine göre, herhangi bir mesafeyi almak iste-yen biri önce bu mesafenin yarısını sonra diğer yarısını almak zorundadır. Şimdi bunun için bu kimse ilk yarıyı almak için bu yarının yarısını (ya­ni ilk çeyrek mesafeyi) sonra diğer yarı-sını (yani ikinci çeyrek mesafeyi) almalıdır. Ardından ikinci yarının birinci ve ikinci yarısını (yani üçüncü ve dördüncü çeyrek mesafeleri almalıdır. Bu böylece gider ve sonunda bütün mesafeyi almak için son­suz noktadan geçmek gerektiği anlaşılır. Sonsuz sayıda işin sonlu bir sürede ger­çekleştirilmesi ise olanaksızdır.
Bir başka çatışkının konusu Akhilleus ile kaplumbağa arasındaki bir yarıştır. Buna göre hızlı koşucu Akhilleus kaplumbağanın yarışa biraz önde başlamasına izin verirse kaplum-bağayı hiçbir zaman geçemez. Akhilleus kaplumbağanın yarışa başladığı yere ulaştığında, kaplumbağa bir miktar ilerlemiş olacaktır. Şimdi Akhil­leus kaplumbağanın ilerlediği noktaya ulaştığında kaplumbağanın yine bir miktar ilerlediğini görecektir. Bu böylece sürüp gidece-ğinden Akhilleus’un bütün çabası ancak kaplumbağa ile arasındaki mesafeyi azaltmasını sağlayacak ancak Akhilleus kaplumbağayı hiçbir zaman geçemeyecektir.
Zenon’un ortaya koyduğu çatışkılardan biri de stadyum çatışkısıdır. Aristote­les’in ifadesiy-le bu çatışkı bir pistteki birbiriyle eşit büyüklükte cisimlerden oluş­muş yine eşit büyüklükte ve yine bu cisimlere eşit büyüklükte bir cisim boyunca birbirine göre zıt yönde hareket eden ci-simler hakkındadır. Aristoteles’e göre Ze­non’un buradan çıkardığı sonuç yarı zamanın iki kat zamana eşit olmasıdır.
Platon
Pla­ton için felsefe demek diyalektik demektir ve matematikçinin düşünme biçimi diyalekti-ğe en çok yaklaşan düşünme biçimidir. Platoncu açıdan matematiğin diyalektiğe göre en bü-yük eksiği matematikçinin akıl yürütmesinde duyusal olana bağlı kal­maktan kurtulamaması-dır.
Diyalektik, tü­mellerin özelliklerine ve tümellerin birbirleriyle olan ilişkilerine dayanır. Bu ilişki­leri ortaya koyarken diyalektikçi tikellere bağlı değildir.
Katı Platoncu açıdan, matematikçinin duyulur nesnelere bağlı olması matematik bilginin eksikliğidir.
Platon’un kavramların tanımlanmasında bir yöntem olarak ele aldığı bölme (diaeresis) yön-temi Aristoteles’i oldukça meşgul etmiştir. Bu yöntemde bir kav­ram daha genel bir kavram aracılığı ile tanımlanmaya çalışılır. Bölme ile A kavra­mının tanımını bulmaya çalıştığımızı kabul edelim. Bunun ilk adımı tanımlamak is­tediğimiz A kavramını içeren en genel bir B kavramı belirlenir. Ardından B kavra­mı ayrık iki kavrama bölünür ve A kavramının hangi bölümde kaldığı bulunur. A kavramına eşit bir kavrama ulaşılmcaya kadar bu şekilde ilerlenir.
Bölme yöntemi bir kavramın tanımının genel bir kavramın bölümlere ayrılması ile tanım-lanmaya çalışılmasıdır.
Platon’un Sofist diyaloğunda bölme yönteminin örneklerini vermektedir. Platon sofistin yaptığı işi, (sanatı) “sanat” kavramını sürekli bölerek belirlemeye çalışır. İlk bölmede sanat kazanma ve meydana getirme sanatlarına bölü­nür. İkinci bölmede meydana getirme tanrı işi ve insan işi olmak üzere ikiye bölünür. Sofistin meydana getirmesi bir in­san işidir.
Aristoteles bölme yöntemini eleştirmektedir; ona göre bölme ile bir kavramın zaten sahip olmadığımız bir tanımını ortaya koymamızı sağlayamaz. Bir başka de­yişle, bölme ile ancak baştan sahip olduğumuz bir tanıma nasıl ulaştığımızı göste­rebiliriz. Aristoteles’e göre bölme yöntemi bilinmeyen bir tanıma ulaşmamızı sağlayamaması nedeniyle eksiktir.
Platon bazı mantık ilkelerini ortaya koymuş olsa da bir mantıkçı olarak anılmaz.
ARİSTOTELES
Akıl yürütmeleri bağımsız bir araştırma konusu yapan ve araştırmalarının sonucun­da bilinen ilk mantık sistemini ortaya koyan Aristoteles mantığın kurucusudur.
Aristoteles’i izleyenler (peripa tetikler) mantığı felsefenin aracı olarak kabul etmekteydi. Aristoteles’in çalışmaları öğrencileri tarafından sınıflandırılarak derlenirken mantık konusun-daki çalışmalarının, Yunancada ‘araç’ anlamına gelen, Organon olarak belirlenmiş olması şaşırtıcı değildir. Organon’un kısımlarının tamamlanış tarihleri veya, hiç olmazsa, bu kısım-ların hangi sıra ile yazıldığı tam olarak belirle- nemese de Organon u oluşturan kitapların aşağıdaki sıra ile ele alınmasının en uy­gunu olduğu görülür: Kategoriler, Topikler, Önerme Üstüne (Yorum Üstüne), Bi­rinci Çözümlemeler, İkinci Çözümlemeler.


Kategoriler
Aristoteles belirlediği on kategorinin özelliklerini inceler. Bunlar; töz, nitelik, nice­lik, bağıntı, yer, zaman, görelik, etki, edilgi, iyelik kategorileridir.
Aristoteles Kategoriler’de özellikle töz ve nitelik kategorileri üzerinde durur. Töz kavramı daha ilk geçtiği yerde bile, ilk (protai) ve ikinci (deutorai) töz olarak ikiye ayrılır:
Bir töz (en katı şekilde, birincil olarak, her şeyden çok töz olduğu söylenen (ne bir ko­nu hakkında söylenen ne de bir konu içinde olandır; belirli bir insan veya belirli bir at gibi. Öz olduğu birincil olarak söylenen şeylerin içinde olduğu türlerin ve bu tür­lerin cinslerine ise, ikinci tözler denir. Örneğin, belirli bir insan, insan türüne aittir ve hayvan bu türün cinsidir. O halde bunlann(hem insanın hem de hayvanın (ikinci tözler olduğu söylenir.
İlk tözlerin (varlıkbilimsel) önceliği görüşü sonucunda, Aristoteles öznesi bir ilk tözü gös-teren bir tekil terim, yüklemi ise bir ikinci tözü gösteren bir genel terim olan, “Sokrates insan-dır” gibi, özne-yüklem önermelerini temel önermeler olarak kabul etmiştir. . İkinci tözleri gösteren terimler önermede özne olarak da ge­çebilir. Örneğin, “İnsan beyazdır” tümcesi de bir önerme olarak kabul edilir.
Aristoteles’in hem ilk hem de ikinci tözleri töz olarak kabul etmesi, kurduğu mantık siste-minde tekil ve genel önermeler arasındaki ayırımı bulanıklaştırmıştır.
İlk tözlerin (varlıkbilimsel) önceliği görüşü sonucunda, Aristoteles özne-yüklem önermelerini temel alır.
Önerme Üstüne
Önerme Üstüne, Organon ’un—Kategoriler gibi—diğer kısımlara hazırlık niteliğin­de olan kısımlarından biridir. Bu kısım Latin dünyasında De Interpretatione (Yorum Üstüne) olarak adlandırılmıştır. Önerme Üstüne önermenin (apophansis) ne oldu­ğunu, önerme türlerini ve önermeler arasındaki karşıolum ilişkilerini konu alır.
Aristoteles her önermenin özne ve yüklem olmak üzere iki kısımdan oluştuğu­nu kabul etmektedir. Önerme Üstüne’nin konusu önermenin özellikleri, önerme türleri ve önermeler arasındaki karşıolum ilişkileridir.
Bir önerme eklemleri mantığının geliştirilmesi Stoa mantıkçılarının eseri olarak görünmek-tedir.
Bir önerme doğru ise çelişiği yanlış, bir önerme yanlış olduğun­da çelişiği doğrudur. ‘Sokrates ölümlüdür’ gibi bir basit önermenin çelişiği ‘Sokra- tes ölümlü değildir’ önermesidir.
Aristoteles kipli önermelerin çelişiklerini de ele alır. Bunun için kipli önermele­rin yapısına karar vermek gerekir. Günümüz Türkçesi ve pek çok dil gibi, eski Yu­nanca da kip ifadelerinin etki alanı hem yüklem hem de bileşen önermenin tümü gibi görünür. Aristoteles, yerinde ola-rak, kipli önermede kip ifadesinin bi­leşen önermenin bütününe etki ettiğini belirtir. Buna göre, ‘İnsan zorunlu olarak akıllıdır’ kipli önermesinde zorunluluk ifadesinin etki alanını daha açık gösteren eş­değer önerme ‘Zorunludur ki, insan akıllıdır’ önermesidir.
Topikler
Topikler Aristoteles’in diyalektik tartışmalarda izlenecek yöntem üzerine çalışma­sıdır. Aristoteles’e göre öncekilerin diyalektik tartışmalara ilişkin eğitimleri hızlı an­cak sistemsiz-dir; öğrencilere tartışma sanatını değil bu sanatın ürünlerini vermek­tedir. Aristoteles Topik-ler’de tartışmanın konusundan bağımsız olarak, tartışmanın amacının biçimine uygun olarak izlenmesi gereken yolları belirlemeyi amaçlar.
Topikler tartışmanın konusundan bağımsız olarak, tartışmanın amacına olarak izlenmesi gereken yolları belirlemeyi amaçlar.
Topos: ilk anlamı yer olan sözcük tartışmalarda sıklıkla yinelenen team veya kalıp olarak yorumlayabiliriz.
Sorgulayıcı yanıtlayıcının “evet” veya “hayır” diyerek kısaca yanıtlayabileceği bir soru ile tartışmayı başlatır. Bunun için sorgulayıcı yanıta göre aşağıdaki yollardan birini izler:
  • Yanıt “evet” ise, yani yanıtlayıcı bir tezi kabul etmiş ise, sorgulayıcı yanıtla- yıcının kabul edemeyeceği öyle bir önerme bulmalıdır ki bu önerme tezin zorunlu sonuçlarından biri olsun ve yanıtlayıcı başta kabul ettiği tezi bu so­nucundan dolayı şimdi reddetmek zorunda kalsın.
  • Yanıt “hayır” ise, yani yanıtlayıcı tezin değilini ileri sürmüş ise, sorgulayıcı yanıtlayıcının kabul edeceği öyle bir önerme bulmalıdır ki tez bu önerme­nin zorunlu sonucu olsun ve yanıtlayıcı başlangıçta değilini ileri sürerek reddettiği tezi şimdi kabul etmek zorunda kalsın.

Tanım, özellik, cins ve ilinek yüklenebilirler veya tümeller olarak adlandırılır.
Bir önermede yüklem öznenin özünü belirtiyor ise yüklem özneye ait tanım­dır. Önerme bunu öznenin cinsini ve öznenin türüne ait ayırıcı özelliği belirterek yapar. Örneğin, bilgelik için “aklın erdemi” olduğunu söylemek bilgeliğin tanımı­nı yapmaktır.
Diyalektik tartışmanın yöntemi bakımından önem kazanan iki nokta, Aristote­les’in mantık çalışmalarının yönü bakımından belirleyici olmuştur. Birincisi, ileri sürülen bir tezin çelişik sonuçlara yol açtığının gösterilmesiyle çürütülmesi ve bir tezin düzgün biçimde reddedilmesi önermelerin değillerinin belirlenmesini gerek­tirmektedir. Aristoteles’in Önermeler Üstüne ile giriştiği çalışma budur. İkinci ola­rak, reddettiği bir önermenin ileri sürdüğü tezin zorunlu sonucu olduğunu veya reddettiği tezin kabul ettiği bir önermenin zorunlu sonucu olduğunu rakibe göste­rebilmek için, ileri sürülen akıl yürütmelerin ikna edici olması gerekir. Akılcı tartış­mada ikna edici değeri olan akıl yürütmeler geçerli akıl yürütmelerdir. Dolayısıy­la, Aristoteles geçerli akıl yürütme biçimlerini ortaya koymak için Birinci Çözüm­lemelerde mantığın sistemini geliştirmiştir.
Mantık için önemli bir kavram aynılık, yani özdeşlik kavramıdır. Aristoteles ay­nılığın sayısal, türsel ve cinssel aynılık olarak üç farklı şekilde uygulandığını söy­lemektedir.
  • Bir şey için birden fazla isim kullanıldığında sayısal aynılık söz konusudur. Aynılık bu anlamda uygulandığında, bir şey sadece kendisi ile aynı şeydir.
  • Birden fazla ancak bir tek türden olan şeyler için uygulandığında türsel ay­nılık söz konusudur. Aynılık bu anlamda uygulandığında iki insan, ikisinin de insan olmaları bakımından aynı şeylerdir.
  • Birden fazla ancak bir tek cinsten olan şeyler için uygulandığında cinssel ay­nılık söz konusudur. Aynılık bu anlamda uygulandığında bir maymun ile bir at, ikisinin de hayvan olmaları bakımından aynı şeylerdir.
Kneale, daha sonra Leibniz’e atfedilen, “özdeşlerin ayırdedilemezliği” ve “ayırt edilemez-lerin özdeşliği” ilkelerini Topikler’de ifade ettiğini belirtir
Birinci Çözümlemeler
Aristoteles’in Birinci Çözümlemeler’deki amacı, “tasım” (sullogismos) adını verdiği çıkarımlar üzerine kurulu mantık sistemi ortaya koymaktır.
Birinci Çözümlemeler, Organon ün tasım mantığına ayrılmış kısmıdır. Aristote­les’e göre tasım (sullogismos), belirli önermelerin varsayılmasıyla, diğer bir öner­menin bu varsayımlar-dan ötürü zorunlu olarak çıktığı uslamlamadır. Bu tanıma göre öncül ve sonuç önermeleri her türden ve kar­maşıklıkta önermeler olabilir. Tanımın bugünkü geçerli çıkarım kavranışmdan görü­nüşte iki farkı bulunmaktadır: Birincisi, sonuç önermesinin öncüllerden farklı olma­sının gerekmesi, ikincisi ise tasımın oluşması için en az iki öncülün varsayılması ge­rekmesi.
Tasımın tanımında geçen “bu varsa­yımlardan ötürü” ifadesi, tasımın varsayımları ile sonucu arasında bir ilgi olması ge­reğini bildirdiği şeklinde yorumlanabilir.
Aristoteles’in Birinci Çözümlemelerde ele aldığı tasımlar özel bir geçerli çıkarım biçimi-dir. Bu çıkarımlar üç terimle elde edil­miş iki kategorik öncül ve bir sonuç önermesinden olu-şur. Sonuç önermesinde geçmeyen terim her iki öncülde de bir kez geçer ve orta terim olarak adlandırılır. Sonuç önermesini oluşturan diğer iki terim sınır terimlerdir (sınırlar). Sınır terim­leri de büyük terim ve küçük terim olarak belirlenir. Orta terim her iki öncülde de geçeceğin-den, sınır terimleri için üç ayrı durum söz konusudur:
  • Sınır terimlerden biri öncüllerin birinde özne, diğer sınır terim ise diğer ön­cülde yüklemdir. Birinci durum iki farklı yoldan gerçekleşir:
a)  Öncülde yüklem olan sınır terim sonuç önermesinde de yüklem, dolayısıy­la, öncülde özne olan terim sonuç önermesinde de özne konumundadır.
b)  Öncülde yüklem olan sınır terim sonuç önermesinde özne, dolayısıyla, ön­cülde özne olan terim sonuç önermesinde yüklem konumundadır.
  • Sınır terimleri öncüllerin her ikisinde de yüklemdir.
  • Sınır terimleri öncüllerin her ikisinde de öznedir.

Mükemmel tasımlar geçerliliği bir tanıtlamaya başvurmadan görülen tasımlardır.
Dört figürde toplam 256 ayrı çıkarım oluşturulabilir. Şimdi Aristote­les’in tüm tasımları belirlenmesi görevini bu 256 çıkarım kalıbının her biri ile ayrı­ca uğraşmak yerine nasıl bir yöntemle başardığını görelim.
Aristoteles hangi durumlarda yüklemi öncülün yüklemi olan sınır terim, öznesi de öncülün öznesi olan sınır terim olacak şekilde bir sonuç elde edilebileceğini sorduğunda, birinci figü-rün tanımını vererek bu figürdeki hangi çıkarımların bir ta­sım oluşturduğunu sormuş olmakta-dır. Bu figürdeki geçerli tasımları Aristoteles mükemmel ya da tam olarak nitelendirir. Bunun nedeni, bu tasımların geçerlili­ğinin ayrıca bir tanıtlama gerektirmeden apaçık görülmeleridir:
PaM, MaS; O halde PaS (Barbara)
PeM, MaS; O halde PaS (Celarent)
PaM, MiS; O halde PiS   (Darii)
PeM, MiS; O halde PoS  (Ferio)

İkinci ve üçüncü figürdeki bir çıkarırım tanıtlanması, yani bu bir tasım oluştur­duğunun görülmesi mükemmel tasımlardan birine indirgeme yoluyla gerçekleşir. Bu şekilde tam olma-yan bir tasım tamamlanmış olmaktadır. İndirgeme iki yoldan gerçekleşir: Doğrudan veya do-laylı olarak (yani çelişme ile ya da per impossibile). Doğrudan indirgemede tasımın öncülle-rine mükemmel figürlerdeki akıl yürütme biçimleri ile birlikte (basit) evirme veya ilineksel evirme işlemleri ve mükemmel fi­gürlerden biri uygulanır. Bu şekilde ikinci veya üçüncü figürdeki bir çıkarımın so­nuç önermesine ulaşıldığında bu çıkarım tamamlanmış olur.
Theophrastus’un yaklaşımına gö­re, sonuç önermesi kiplik bakımından öncüllerden daha güçlü olamaz. Buna gö­re, sonuç önermesinin zorunlu olması için her iki öncül zorunlu öner-meler olma­lıdır.
İkinci Çözümlemeler
İkinci Çözümlemeler, Aristoteles’in tanıtlamaya (apodeiksis) dayalı (apodeiktik) bilimlerin yöntemi üzerine çalışmasıdır. Organon’un bu kitabı (özellikle ilk sekiz kısmı) bu bilimlerdeki tanıtlamaların sağlaması gereken mantıksal biçimlerin ortaya konmasını amaçlar. Aristoteles İkinci Çözümlemeler’de tanıtlama kavramını ve tanıtlamaya dayalı bilgiyi ele alır.
Tanıtlamak bilimler geçerli tasımlar ortaya koymalıdır. Ancak her geçerli tası­mın sonucu bir bilgi ortaya koymaz. Aristoteles tanıtlamanın bilgi elde etmemizi sağlayan tasım olduğunu söylerken tanıtlamanın özel bir tasım olduğunu işaret etmiş olmaktadır. Geçerli bir tasım olmasının yanı sıra, bir tanıtlamanın öncülleri için ayrıca şu şartlar aranmalıdır: (i) Tasımın öncül­leri zorunlu olarak doğru olduğu bilinen tümel önermeler olmalıdır. (ii) Birincil (prota) önermeler olmalıdır. (iii) Dolaysız (amesa) önermeler olmalıdır. (iv) Sonuç önermesi ile karşılaştırıldığında, daha iyi bilinen (gnorimotera) önermeler olmalı­dır. (v) Sonuç önermesinden önce gelen önermeler olmalıdır. (vi) Sonuç önerme­sinin nedenlerini (aitia) bildiren önermeler olmalıdır.
Aristoteles’in de fark ettiği gibi, bilginin sadece tanıtlama ile elde edile­ceğini kabul etmemiz durumunda bir sonsuz gerileme ile karşı karşıya kalırız.
Tanıtlamak bilimlerin tanıtlama gerektirmeyecek kadar açık önermeleri ilkeler (Yun. arkhai) olarak kabul etmeleri gerekmektedir. Her tanıtla­ma bir (kategorik) tasım olduğuna, böylece tasımdaki her önerme iki terim arasın­da olumlu veya olumsuz bir ilişki kurduğuna göre, ilkeler iki terim bir orta terim gerekmeden apaçık bir ilişki kuran önermeler olmalıdır. Dolayısıyla Aristoteles bu önermeler için ortalanmamış (Yun. amesos) nitelemesini de kullanmaktadır.















2. ÜNİTE
Megara ve Stoa Mantığı
MEGARA-STOA MANTIĞININ GELİŞİMİ
    Megara ve Stoa mantıkçıları, hem ele aldıkları mantık sorunları hem de yaklaşım biçimleri bakımından birbirine yakındır.
Megara Okulu
Megara Okulu Sokrates’in bir öğrencisi olan Megara’lı Öklid (M.Ö. yaklaşık 430-­360) tara-fından kurulmuştur. Öklid’in Elea Okulu’nun, özellikle Parmenides’in, etkisinde olduğu görülmektedir. Megara Okulu’nda başta Diodorus Kronus ve Philo olmak üzere önemli mantıkçılar yetişmiştir. Megara Okulu’nda mantığa önem verildiği bilin­mektedir. Bu durum abartılı bazı söylentilere de yol açmıştır. Laertius’un da aktar­dığı bir söylentiye göre, Diodorus bir saray daveti sırasında kendisine yöneltilen bir mantık sorusunu yanıtlayamadığı için intihar ederek yaşamına son vermiştir.
Diodorus Kronus ve Philo, Megara okulunda yetişen en önemli mantıkçılardır.
Bu Okulda yetişen Eubulides’in Aristoteles’e şiddetli ve sürekli eleştirileri Stoa düşünür-lerince de sahiplenilmiş, bu iki okul da varlıklarını rekabet içinde sürdür­müşlerdir. Eubulides ele aldığı mantık çatışkıları ile bilinmektedir. Bu çatışkılar bu­gün bile tartışılan mantık sorun-ları arasında yer almaktadır:
1-  “Şimdi söylediğim yanlıştır” önermesi doğru mu, yoksa yanlış mıdır?
2-  Kardeşini tanıdığını söylüyorsun ama az önce gelen başı örtülü adam senin kardeşindi.
3-  Kaç saçı olan bir adam kel değildir?
4-  Bir şeyi kaybetmemişsen o hâlâ senindir. Boynuzlarını kaybetmediğine gö­re senin boynuzların var.

Stoa Okulu
Tarihsel gelişimine uygun olarak Stoa Okulu üç dönemde ele alınır: Erken Stoa okulun İ.O III. yüzyıldaki kuruluş dönemidir. Orta Stoa Okulun İ.Ö II. yüzyılda­ki dönemidir. Bu dönem-de okul Latinleşmeye başlamıştır. Geç Stoa veya İmpara­torluk Stoası Dönemi ise okulun merkezinin Roma olduğu İ.S. I. ve II. yüzyıllarda­ki dönemdir. Okulun kurucusu Kition’lu Zenon’dur (yaklaşık İ.Ö. 350-260). Ze- non’un özellikle dil ile ilgilendiği ve dilde birtakım değişiklikler önerdiği bilinmek­tedir. Ancak zayıf bir yazar olduğu düşüncesiyle, bu çalışma-ları eleştiriye konusu olmuştur. Stoa Okulu’nun Zenon’dan sonraki yöneticisi Kleanthes’tir (İ.Ö. 331-232).
Kleanthes’ten sonra okulun başına Khrysipos (İ.Ö. 280-210) geçmiştir. Bu düşünür Stoa mantıkçıları arasında apayrı bir yere sahiptir. Stoa mantığını sistem­leştirmeyi başaran Khrysipos oldukça verimli bir yazardır: Diogenes Laertius’a gö­re 705 civarında kitap yazmıştır ve verdiği listeye göre bunların 119 tanesinin baş­lığı mantıkla ilgilidir. Bu başlıklara göre Khrysipos “önermeler mantığının neredey­se her önemli yönünü ele almıştır”
Stoa mantığının geliştiği ve sistemleştiği dönem Erken Stoa Dönemidir.
Okulunda mantık konusunda yaratıcı çalışmalar okulun ilk dönemi ile sınırlı kalmıştır. Daha sonraki dönemlerde Stoalılar pratik felsefe ve retorik ko­nularına yönelmiş ve kendilerin-den öncekilerin mantık çalışmalarını sürdürmemiş­lerdir.
Stoa mantığıyla ilgili güvenilir kaynakların başta gelenleri şüpheci düşünür Sextus Empiricus (yaklaşık M.Ö. 210-160) ve M.Ö. 3. yüzyılda yaşamış ve ilkçağ düşü­nürlerinin hayatlarını anlattığı eseri ile bilinen Diogenes Laertius’tur.
Aristoteles mantığı ile Megara-Stoa mantığının bazı noktalarda farklılaştığı doğ­rudur. Bu noktalardan ikisi öne çıkmaktadır: İlk olarak, Peripatetikler mantığı fel­sefenin bir aracı olarak görürken, Stoalılar mantığı etik ve fizik ile birlikte felsefe­nin parçalarından biri olarak görmekteydi. İkincisi, Stoa mantığı bir önermeler mantığı, Aristoteles mantığı ise bir terimler mantığıdır. Akıl yürütme biçimlerinin ifadesinde değişkenler Aristoteles’te terimlerin, Khrysipos’ta ise önermelerin yerini tutmakta­dır (Akıl yürütme biçimlerini ifade ederken Aristoteles değişkenler olarak harfleri Khrysipos ise sıralama sayılarını kullanmaktadır.).
Aristoteles’ten örnek olarak sonradan “Barbara” olarak adlandırılan tasım biçi­mini ele alalım: PaM, MaS; O hâlde PaS. Bu tasım biçiminde geçen S, M ve P ifa­deleri terim değişkenleridir. Yani bu değişkenlerin yerine konabilecek ifadeler (bir başka deyişle, bu değişkenlerin alabileceği değerler) terimlerdir. Bu değişkenler birer terimi değer aldığında bir tasım elde edilir. S: Sokrates, M: İnsan, P: Ölümlü olduğunda, elde edeceğimiz tasım “Tüm insanlar ölümlüdür. Sokrates insandır. O hâlde Sokrates ölümlüdür” tasımıdır.
Stoa mantığından bir örnek olarak Khrysipos’un beş temel çıkarımından birini ele alalım. Birincisi ise ikincisi. Birincisi. O hâlde ikincisi. Bu çıkarım kalıbında ge­çen “birincisi” ve “ikincisi” ifadeleri önerme değişkenleridir. Yani bu değişkenlerin alabileceği değerler önermelerdir. Birincisi yerine “Gündüzdür”, ikincisi yerine “Hava aydınlıktır” önermeleri konduğunda elde edeceğimiz çıkarım “Gündüz(dür) ise hava aydınlıktır. Gündüzdür. O hâlde, hava aydınlıktır.” çıkarımıdır.
Stoa Mantığını, mantığın gelişimindeki en önemli sayılan katkı­larının bazıları şunlardır:
1-  “Çıkarım kuralı” fikrini geliştirerek, akıl yürütmeyi Aristoteles’ten farklı bir yaklaşımla ele almışlardır.
2-  Önerme eklemlerinin doğru yorumunun ne olması gerektiği konusunu tar­tışmaya açmışlar ve bu konuda ilk yaklaşımları ortaya koymuşlardır.
3-  Çatışkılar (paradokslar) ortaya koyarak, felsefi düşünmenin anahtar kavram­larının anlamlarını açıkça belirlemenin güçlüğüne dikkati yöneltmişlerdir.
4-  Kiplikleri (modaliteler) tanımlamaya girişmişler, kipli önermelerin özellikle­rinin ve kipli önermeler arasındaki ilişkilerin bu tanımlar temelinde araştırıl­masının yolunu açmışlardır.
5-  Lekton kavramını ortaya atarak bugünkü önerme kavrayışının başlangıç adı­mını atmışlardır.

ANLAM ANLAYIŞI
Stoa düşünürleri im (işaret), imlenen (işaret edilen) ve imin anlamını ayırt etmiş­lerdir. Stoalılara göre im ve imlenen fiziksel nesnelerdir. Bu ikisinin fiziksel nesne­ler olarak kabul edilmesinin açıklaması im, örneğin, ağızdan çıkan ses veya bir yü­zeyde bırakılan bir leke türünden bir nesnenin anlaşılmasıdır. İmlenen ise im ile ilişkili olan nesnedir. Stoalılar adcı felsefe anlayışına uygun olarak bu nesnenin her zaman fiziksel bir nesne olacağını kabul etmektedir. Anlam ise fiziksel bir nesne değildir. Her imin anlamı bir lektondur. Her kişinin zihnindeki imge o ki­şiye özeldir. Dolayısıyla imge özneldir. Lekton ise nesneldir.
Lekton tam ve eksik olmak olmak üzere ikiye ayrılır: Eksik lekton konu ve yük­lemdir. Tam lekton tek başına bir anlam iken eksik lekton başka unsurlarla tamam­lanmayı gerektirir. Örneğin, ‘yazıyor’ sözü ile dile getirilen lekton kimin yazdığının de bildirilmesini gerektirir. Eksik lekton özne (konu) ve yüklemdir. Mantık bakı­mından önemli olan tam lekton “savlanabilir” yani önermedir. Barnes’a göre, önermenin “ken­di göz önünde bulundurularak söylenebilir” olması ile bir imin önerme olmasının o imin biri tarafından söylenmesine bağlı olmamasını sağlanmaktadır.
1-  Belirli savlanabilir belirli bir varlık hakkındadır. Bir savlanabilirin belirli ol­ması konusunun bir işaret zamiri ile belirtilmesidir. “Bu kişi yürüyor” savlanabiliri belirlidir. Savlanabilir söylenirken bir yandan belirli bir fiziksel nes­neye açıkça (el veya başın bir hareketi ile) işaret edilir.

2-  Belirsiz savlanabilir “birşey” “biri” gibi bir konusu olan savlanabilirlerdir. “Biri yürüyor” savlanabiliri belirsiz bir savlanabilirdir. Böyle bir savlanabili- rin doğru olması, belirli bir savlanabilirin doğru olmasına bağlıdır. Örneğin, “Biri yürüyor” savlanabilirinin doğru olması için belirli bir kişi için “Bu kişi yürüyor” savlanabiliri doğru olması gereklidir.

3-  Ara savlanabilirler ne belirli ne de belirsiz olanlardır. “Sokrates oturuyor” bir ara savlanabilir örneğidir. Bu savlanabilirler belirsiz bir şeyden bahsetme­dikleri (sözdizimsel olarak, konuları “birşey” “biri” türünden olmadığı) için belirsiz değildir. Ancak bunların söylenmesi sırasında belirli bir fiziksel nes­neye açıkça işaret edilmediği için, bu savlanabilirler belirli de sayılmazlar.

STOA MANTIĞINDA ÖNERMELER
Stoa mantıkçıları önerme eklemleri üzerinde durarak, önermelerin özelliklerini ve önerme-ler arasındaki ilişkileri belirlerken önerme eklemlerini göz önünde bulun­durmuşlardır. Stoa mantığının anlamdan çok işaretler üzerine kurulduğu iddiasının temeli buna dayalı olmalıdır.
Stoa Mantığında Kipler
Kipli önermeler ve kipli tasımlar konusuna Aristoteles de geniş yer ayırmıştır. An­cak bu konu Organon’un anlaşılması en güç kısımlarından biridir ve Aristoteles yorumcularına göre çelişkilere yol açmaktadır. ­ Stoa mantığında kiplerin Megaralı Philo ve Diodorus’un kip anlayışları doğrultusunda ele alındığı anlaşılmaktadır. Megara-Stoa mantıkçılarının üzerinde durduğu kipler olanaklılık, olanaksızlık, zorunluluk ve zorunsuzluk kip­leridir.
Megaralı Philo ve Diodorus’un görüşleri Stoa mantığındaki kip anlayışının oluşumunda belirleyici olmuştur.
Philo’nun dört kipe ilişkin tanımlarını Boethius aktarmaktadır:
Olanaklı, önermenin kendi doğası gereği, doğru olabilendir... zorunlu, doğru olan ve kendi dışında bir etki olmadığında, yanlış olamayandır. Zorunsuz, kendi dışında bir etki olmadığın-da, yanlış olabilen, olanaksız ise doğası gereği doğru olamayandır.
Philo’nun tanımında geçen “doğası gereği” ifadesi hemen dikkat çekmektedir. Bu ifadeden anlaşılmaktadır ki Philo’nun kip kavrayışı metafizikseldir. İkinci olarak, tanımda ge­çen “olabilen” ve “olamayan” ifadeleri de kiplik bildiren ifadelerdir. Olabilmeyi da­ha kolay anlaşılan bir kavram olarak anlayarak, olanaklılıktan ayıramadığımızda Philo’nun tanımını olanaklılığın yararlı bir tanımı olarak anlayamayız.
Diodorus da aynı dört kip üzerinde durmaktadır. Boethius Diodorus’un dört ki­pe ilişkin tanımlarını aşağıdaki şekilde aktarmaktadır:
Olanaklı, ya doğru olan ya da doğru olacak olan; olanaksız yanlış olan ve doğru ol­mayacak olan; zorunlu doğru olan ve yanlış olmayacak olan; zorunsuz ise ya çok­tan yanlış olmuş veya yanlış olacak olandır.
Olanaklılık anlayışını desteklemek amacıyla Diodorus “ana çıkarım” diye bir çı­karıma başvurmuştur (Diodorus’un bu akıl yürütmeyi Aristoteles’in Önerme Üstü­ne de gelecek olumsal önermeleri tartışırken ortaya koyduğu önerme anlayışına karşı ileri sürdüğü de düşünülmektedir). Buna göre aşağıdaki üç önerme hep bir­likte doğru olamaz.
1-  Geçmiş hakkındaki her doğru önerme (şimdi) zorunludur.
2-  Olanaklı bir önermeden olanaksız bir önerme çıkmaz.
3-  Olanaklı ama ne şimdi doğru olan ne de gelecekte doğru olacak bir öner­me vardır.

Khrysipos ise olanaklı bir önermeden olanaksız bir önerme çıkmayacağı kabulüne karşı çıkmıştır.
Stoa Mantığında Bileşik Önermeler
Laertius’a göre Stoalılar şu bileşik önermeler üzerinde durmuşlardır:
1-  “İse” ifadesi ile oluşturulan koşul önermeleri,
2-  “Ve” ifadesi ile oluşturulan tümel-evetleme önermeleri,
3-  “Veya” ifadesi ile oluşturulan tikel-evetleme önermeleri,
4-  “Olduğuna göre” ifadesi ile oluşturulan sözde-koşullu önermeler,
5-  “Çünkü” ifadesi ile oluşturulan sebep-sonuç önermeleri,
6-  “Daha çok” ifadesi ile oluşturulan önermeler,
7-  “Daha az” ifadesi ile oluşturulan önermeler.

Değillemeli önermelerin bileşik öner­me sayılmamasıdır.
Bir önermeler mantığı geliştiren Stoalılar önerme eklemlerinin anlamlarının açıkça ortaya konmasını amaçlamışlardır.
Philo’ya göre, koşul önermesinin yanlış olması önbileşeninin doğru ve ardbileşeninin yanlış olması demektir. Diğer tüm hâllerde koşul önermesi doğ­rudur.
Diodorus’a göre, koşul önermesinin doğru olması için önbileşeninin doğru ve ard-bileşeninin yanlış olmasının hem şimdi hem de geçmişte olanaksız ol­ması gereklidir.
Khrysipos’a atfedilen üçüncü görüşe göre, koşul önermesinin doğru olması önbileşeninin kabulü ile ardbileşenin reddedilmesinin bağdaşmaz olması gerekir.
Sextus tarafından Stoa mantıkçılarına atfedilen son tanıma göre, koşul öner­mesinin doğru olması ardbileşeninin önbileşen tarafından içerilmesi demektir.
Philo’nun da önermelerin doğruluk değerinin zamana göre değişebildi­ğim kabul etmesi bu sorulara açık yanıtlar sağlamaz; yine benzer sorular ortaya çıkar.
1-  Önermelerin doğruluk değerinin zamana göre değişmediğini kabul ettiği­mizde, bir koşul önermesinin de önbileşeni ve ardbileşeni zamandan ba­ğımsız olarak ya doğru ya da yanlıştır. Önermelerin doğruluk de­ğerinin zamana göre değişebildiğim kabul ettiğimizde ise, bir koşul önerme­sinin önbileşeni ve ardbileşeni de zamana göre ya doğru ya da yanlış olur. Dolayısıyla, bu koşul önermesi önbileşeni doğru, ardbileşeni yanlış olduğu zaman yanlıştır. Koşul önermelerinin doğruluk değerinin zamana göre de­ğişmesi sağduyuya aykırı görünmektedir.

2-  Barnes’a göre, Philo’nun tanımının bir diğer sonucu çıkarımların geçerliliği­nin de zamana bağlı olmasıdır. bir çıkarımın geçerli olması ile önbileşeni çıkarımın öncülleri­nin tümel-evetlemesinden, ardbileşeni de çıkarımın sonuç önermesinden oluşan koşul önermesinin doğru olması eşdeğerdir. Genel olarak, öncüllerinin ve sonuç önerme­sinin zamana göre aldığı doğruluk değerlerine bağlı olarak bir çıkarım kimi zamanlarda geçerli, kimi zamanlarda geçersiz olacaktır.

3-  Eğer B her zaman doğru bir önerme ise, A önermesi ne olursa olsun, “A ise B” önermesi her zaman doğru bir önerme olur. Eğer A her zaman yanlış bir önerme ise, B önermesi ne olursa olsun, bu “A ise B” önermesi de her za­man doğru olur.

Kipli önermeleri yorumlamasına bakarak, Diodorus’un yorumunun bugünkü sıkı gerektirme tanımına benzediği düşünülebilir. Buna göre, “A ise B” önerme­sinin Diodorus anlamında doğru olması, “A ise B” önermesinin her zaman Philo anlamında doğru olması demektir. Bu durumda, Dioadorus’un tanımına göre, ko­şullu önermelerin doğruluk değeri zamana göre değişmez.
Diodorus’un koşul eklemi yorumu bugünkü sıkı gerektirme tanımına benzer.
Sonuç olarak, Diodorus koşul önermeleri­nin doğru olması için önbileşen ile ardbileşen arasında bir ilgi bulunmasını gerek­tirmemektedir.
Stoa mantıkçılarının doğru saydığı önermelere bakarak hangi türden bağdaşmazlıkların Khrysipos’un bağdaşmazlık anlayışında içerildiğini ortaya koy­maya çalışabiliriz:
1-  Stoalılar genel olarak “Eğer ortalık aydınlıksa ortalık aydınlıktır” türündeki önermeleri doğru kabul ettiğinden, mantıkça veya biçimce bağdaşmazlığın Khrysipos’un bağdaşmazlık anlayışında içerildiğini söyleyebiliriz.

2-  “Eğer Platon yürüyorsa, Platon hareket ediyor” türündeki önermeler de doğ­ru kabul edildiğinden, çözümlemeli (analitik) bağdaşmazlığın Khrysipos’un bağdaşmazlık anlayışında içerildiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla, ardbileşen önbileşende geçen bir kavramın tanımı gereği elde edilen bir önerme oldu­ğunda koşul önermesi doğrudur.

3-  “Eğer gündüz ise, ortalık aydınlıktır” türündeki önermeler de doğru kabul edildiğinden, deneyce (empirik) bağdaşmazlığın da Khrysipos’un bağdaş­mazlık anlayışında içerildiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla, örneğin önbileşen ardbileşenin nedeni olduğunda koşul önermesi doğrudur.

Stoa mantıkçıları iki tür tikel-evetlemeli önerme ayırt etmişlerdir. Stoa mantık­çıları tarafın-dan neredeyse her zaman kullanılan katı veya dışlayıcı anlamda, doğ­ru bir tikel-evetleme önermesinin bileşenlerinden biri ve sadece biri doğru olmalı­dır: “Bir öğüt ya bilgece ya buda-lacadır ya da bunların ikisi de değildir” gibi. Ilım­lı veya kapsayıcı tikel-evetleme önermele-rinin doğru olması için tek koşul bileşen­lerden en az birinin doğru olmasıdır.
Tümel-evetlemeli önermenin Stoa mantığında yorumlanışı Aulus Gellius’a göre şöyledir: “Her tümel-evetlemede, eğer [bileşenler arasında] bir önerme yanlış ise, diğerleri doğru olsa bile, bütünü yanlıştır denir”
STOA MANTIĞINDA ÇIKARIMLAR
Stoa mantıkçıları çıkarımı “öncüller ve sonuç önermesinden oluşan bir sistem” olarak tanımlamaktadır. Ön­cüller sonuç önermesine ulaşabilmek için kabul edilmiş olan önermeler, sonuç önermesi ise öncüllerin ortaya koyduğu önermedir.
Gündüz ise aydınlıktır.
Gündüzdür.
O hâlde, aydınlıktır.
çıkarımında, ‘Gündüz ise aydınlıktır’ ve ‘Gündüzdür’ önermeleri çıkarımın öncül­leri, ‘Aydınlıktır’ önermesi ise çıkarımın sonuç önermesidir.
Aristoteles’in mantığını kurarken matematikteki çıkarımları, Stoa mantıkçıları­nın ise gündelik yaşamda ve felsefede izlenen çıkarımları temel aldıkları söylenir. Aristoteles, mantık sistemini oluşturan tasımları koşul önermeleri biçiminde sunar­ken, Stoa mantıkçıları geçerli saydıkları çıkarım kalıpları biçiminde sunmuşlardır. Önemli bir nokta, çıkarım kalıplarında kullanılan değişkenlerin önerme değişken­leri olduğudur. Aristoteles’in mantık sisteminde değişkenler ye­rine genel terimler konabilmekteydi. Dolayısıyla, Aristoteles’in tasım mantığı bir ‘terimler mantığı’, Stoalıların geliştirmeye çalıştığı mantık sistemi ise bir ‘önermeler mantığı’ sistemidir.
Stoa mantıkçıları tasım sistemini geçerli saydıkları çıkarım kalıplarını sıralayarak ve önerme değişkenleri kullanarak ortaya koymuşlardır.
Stoa mantıkçıları çıkarımları önce geçerli ve geçersiz olarak, geçerli çıkarımları doğru ve yanlış olarak ayırdıktan sonra, özel birtakım şartları sağlayan doğru çıka­rımların tamtlayıcı çıkarımlar olarak belirlemişlerdir. Bir çıkarımın geçerli olması (yani Stoa mantığındaki anlamıyla bir tasım olması), çıkarımın öncüllerinin tümel- evetlemesi ile sonuç önermesinden oluşan koşul önermesinin her zaman doğru ol­masıdır.
Bazı doğru çıkarımların sonucu öncülleri ile ay­nı açıklıkta bilinemez:
Eğer ter derinin yüzeyinde akar ise deride görünmeyen gözenekler vardır.
Ter derinin yüzeyinde akar.
O hâlde, deride görünmeyen gözenekler vardır.
çıkarımı bu türden doğru çıkarımlara bir örnektir. Nitekim, derinin yüzeyinde ter akması açık-ça bilinen bir şey olmasına rağmen, deride görünmeyen gözenekler ol­duğu bu açıklıkla bili-nemez.
Sonuç öner­mesine öncüllere başvurularak yapılan bir keşifle ulaşılan doğru çıkarımlar tanıt- layıcı çıkarımlardır. Tanıtlayıcı çıkarımlar Laertius tarafından “daha açıklıkla bili­nenden daha az açıklıkla bilinen bir sonuç ortaya koyan çıkarım” olarak tanımlan­mıştır.
Stoa mantıkçıları belirli geçerli çıkarım kalıplarını “tanıtlanamaz “ çıkarımlar olarak sıralamışlar, çıkarım mantığını böylece ortaya koymuşlardır.
  • Birinci tip: Birincisi ise İkincisi. Birincisi. O hâlde İkincisi
Ömek: Gündüz ise ortalık aydınlıktır.
Gündüzdür.
O hâlde, ortalık aydınlıktır.

  • ikinci tip: Birincisi ise ikincisi. İkinci değil. O hâlde birinci değil.
Örnek: Gündüz ise ortalık aydınlıktır.
Ortalık aydınlık değil.
O hâlde gündüz değil.

  • Üçüncü tip: İkisi birden değil: Birincisi ve ikincisi. Birincisi. O hâlde ikincisi değil.
Örnek: İkisi birden değil: Gündüzdür ve gecedir.
Gündüzdür.
O hâlde, gece değil.

  • Dördüncü tip: Ya birincisi ya da ikincisi. Birincisi. O hâlde ikincisi değil.
     Örnek: Ya gündüz ya da gecedir.
Gündüzdür.
O hâlde, gece değil.

  • Beşinci tip: Ya birincisi ya da ikincisi. Birincisi değil. O hâlde ikincisi.
Örnek: Ya gündüz ya da gecedir.
Gece değil.
O hâlde, gündüz.

Tanıtlanamazlar arasında yer almayan çıkarımların tanıtlanamazlara indirgen­mesinde başvurulan kuralların (themata) sayısı dörttür. Bunlardan sadece birinci­si ve üçüncüsü bilinmektedir.
Birinci thema şöyle ifade edilmektedir: İki önermeden bir üçüncüsü çıkıyor ise, o zaman ilk ikisinden biri ile sonucun çelişiğinden diğerinin çelişiği çıkar.
  Üçüncü thema ise şöyle ifade edilir: İki önermeden bir üçüncüsü çıkıyor, bu üçüncü ile dışarıdan bir diğer ortak varsayımdan bir diğer önerme çıkıyor ise, bu diğer önerme ilk iki önerme ve dışarıdan gelen ortak varsayımdan çıkar.


































3. ÜNİTE
Ortaçağda İslam Coğrafyasında Mantık
FETİHLERDEN ÖNCE İSLAM COĞRAFYASINDA MANTIK
Fetihler öncesinde­ki ilk mantık çalışmaları, Süryaniler tarafından gerçekleştirilmiştir. Önceleri ‘Arami’ olarak bilinen bu topluluk, Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra aynı bölgede yaşayan putperest topluluklardan ayrılmak için kendilerini ‘Süryani’ olarak adlandırmıştır.
Süryanilerin Yunan düşüncesiyle tanışması, Büyük İskender’in Doğu seferi son­rasında gerçekleşmiştir.
Büyük İskender’in Aristoteles’in öğrencisi olması nedeniyle İskenderiye Okulu­nun ilk önde gelen felsefe ve mantıkçıları Peripatetikler (Antik dönem Aristoteles yorumcuları) olmuştur. Yunancanın eğitim dili olarak egemen olduğu İskenderiye Okulu gelişimini tamamladıktan sonra, çevre ülkelerdeki düşünce dünyasını da et­kilemeye başlamıştır. Urfalı Yakup (633-708) gibi bazı Süryani­lerin İskenderiye’ye gidip orada eğitim almaları ile iyice artmış ve sonunda semi- tik bir dil olan Süryaniceyi kullanan Süryanilerin bilim dili olarak Yunancayı kabul etmesine kadar varmıştır.
İslam coğrafyasında ilk mantık çalışmaları, İskenderiye Okulunu izleyen Süryaniler tarafın-dan gerçekleştirilmiştir.
Mantık çalışmalarına diğer Süryani okullarına göre daha fazla ağırlık veren okullardan bazıları şunlardır: Urfa Okulu, Cundişâpûr Okulu, Antakya Okulu, Nusaybin Okulu, Kınnes-rin Okulu.
Okulun önde gelen bilim adamlarından Galen (Claudius Galenus, M.S. yaklaşık 130-200) matematik ve mantık çalışmanın tıp kitaplarını anlayabil­mek için bir önkoşul olduğunu kesin olarak söylemiştir. Nastûrî okulları da eğiti­mi iki bölüme ayırmışlardır: İlki, hazırlık prog-ramı, diğeri de ve Astronomi, Tıp ve Tanrıbilimden (Teoloji) oluşan ileri çalışmalar programı. Sür­yani okullarından bazılarında mantık çalışmalarının diğerlerine göre daha ağırlıklı olduğu görülmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:
1- Urfa Okulu: Edessa olarak da bilinen Urfa’da kurulmuştur. Bu okulda 4. yüzyıldan baş-layarak mantık ve felsefe çalışmaları yapılmıştır. Süryani mez­heplerinden biri olan Nastû-rîliğin yayıldığı okuldur. Zenon tarafından kapatıldığı tarihe kadar Süryanilerin en güçlü okul-larından biri olarak kalmıştır.
2- Cundişâpûr Okulu: Nastûrîler tarafından Hızistan bölgesindeki Cündişâpûr şehrinde 6. yüzyılda kurulmuştur. Yunanca mantık metinlerini Arapçaya çeviren ilk kuşak çevirmenler bu okulda yetişmiştir. Platon’un Akademisi’nin kapatılmasının ardından Atina’dan kaçan Yeni Platoncuların da bu okula sığındığı bilinmektedir.
3- Antakya Okulu: 3. yüzyılın sonunda kurulmuştur. Aristoteles’in Süryaniceye ilk olarak Probus tarafından bu okulda çevrildiği düşünülmektedir.
4- Nusaybin Okulu: Nastûrîler tarafından Nusaybinde 326 yılında kurulmuştur. 7.yüzyıla ka-dar etkinliğini sürdürmüştür.
5- Kınnesrin Okulu: Eski Halep olarak da bilinen ve Kuzey Suriye’de bulunan Kınnesrin şeh-rindedir. Okul 13. yüzyıla kadar faaliyetini sürdürmüştür. Se­vere Sebokht bu okuldandır.
Urfa Okulu pek çok Persin (İranlı) bura­da yetişmesi nedeniyle ‘Persler Okulu’ olarak da anılmıştır.
Süryanilerin Yunanca mantık eserlerini çeviri ve öğretim etkinliği ile ilgili iki nokta dikkat çekmektedir: Birincisi, Peripatetik okula ait eserlerin çevrilmiş ve Stoa mantığına ait eserlerin göz ardı edilmiş olmasıdır. İkincisi, Süryanilerin mantık çalışmalarının Organon ün tüm kitap­larını kapsamayıp Kategoriler ve Önerme Üstüne kitaplarının tamamı ile Birinci Çözümleme-lerin ilk yedi kitabı ile sınırlanmış olmasıdır.
Süryaniler mantığın şu bölümlerden oluştuğunu kabul etmektedirler: Kategori­lere Giriş (Isagoji), Kategoriler, Önerme Üstüne (Peri Hermenias), Birinci Çözüm­lemeler, İkinci Çözümlemeler, Diyalektik (Topika), Sofistik Çürütmeler, Hitabet Sa­natı (Retorika), Şiir Sanatı (Poetika). Bu bölümlemenin daha sonra Müslüman mantıkçılar tarafından da benim-sendiği ve Retorika ile Poetika’nm da mantık ko­nuları arasında sayıldığı görülmektedir.
FETİHLERDEN SONRA İSLAM COĞRAFYASINDA MANTIK
Müslümanların mantık bilimiyle tanışması fet­hettikleri topraklarda yaşayan Süryaniler aracılığı ile gerçekleşmiştir.
Yaşadıkları bölgenin Müslümanlarca fethedilmesinin ardından SüryanilerYunanca mantık yapıtlarının Arapçaya çevirmeye başlamışlardır.
Yunancadan Arapçaya çevirilerin tam ola­rak ne zaman başladığı konusunda bir görüş ayrılığı söz konusudur. Bir görüşe gö­re çeviriler Emevi hanedanlığı döneminde (661-750), diğer görüşe göre Abbasi ha­nedanlığı döneminde (750-850) başlamıştır.
Abbasi döneminin 7. halifesi Me’mûn (713-833 tarihleri) tarafından Bağdat’ta kurulan Beyt’ül-Hikme’de (Bilgelik Evi) farklı inançlardan pek çok iyi yetişmiş çe­virmen çalışmıştır. Bu okulun ilk yöneticiliğini tıp alanındaki çevirileriyle tanınan Nastûrî çevirmenlerden Yahya İbn Maseveyh (790-857) yapmıştır. Ardından gelen Huneyn İbn İshak (809-877) daha sonra da oğlu İshak İbn Huneyn (845-910 veya 911) aynı görevi yürütmüştür. Huneyn ile Okulda yapılan çe­virilerin alanı genişlemiştir.
Huneyn’den önce bu çevirileri yapan­lar ciddi düzeyde mantık bilgisi olan kişiler değil sadece çevirmenlerdir. Huneyn ile birlikte Arapça çevirilerde yeni bir anlayış ortaya çıkmıştır. Huneyn çeviri anlayışı­na üç yenilik getirmiş onu izleyen oğlu İshak’m da çalışmaları sonu-cunda Aristote­les’in mantık eserlerinin Poetika ve İkinci Çözümlemeler dışında tamamı bu yeni anlayışa göre yeniden çevrilmiştir. Bu dönemde ayrıca Aphrodisias’lı İskender (do­ğumu MÖ 3. yy, ölümü M.Ö. 2. yy.), Porhyry (M.S. yaklaşık 234-305), Ammonius (M. S yaklaşık 435/445-517/526) ve Philiponos (M.S. yaklaşık 490 - 570) gibi ünlü Aristoteles yorumcu-larının Yunanca eserleri de çevrilmiştir. Huneyn’in ortaya koy­duğu çeviri anlayışında üç yenilik dikkati çekmektedir. Birincisi, ya özgün Yunan­ca metinden Arapçaya yeni bir çeviri yapılması veya yine özgün metinden Süryani­ceye yeni bir çeviri yapılarak iyi bir Arapça çeviri için dayanak sağlanması. İkincisi, güvenilir bir çeviriye ulaşmak için eldeki metinlerin karşılaştırılması yoluna gidilme­si. Üçüncüsü ise, kelime-kelime çeviri yapmak yerine bir ifadenin daha geniş bir ifa­de bağlamı içinde değerlendirilerek çevrilmesi.
10. yüzyılda Bağdat Orta­çağda felsefenin güçlü merkezlerinden biri hâline gelmiştir.
Bağdat okulunda bir yandan çeviri etkinliği devam ederken, bilinen mantık ya­pıtlarının Arapça yazan mantıkçılar tarafından yorumları (şerhleri) yapılmaya baş­lamıştır. Bu yorumlar uzunluğuna göre üçe ayrılmaktadır: İlki, muhtasar (kısa şerh) olanlar: Özgün yapıtın ana düşüncelerini ortaya koymayı amaçlamaktadır ve genellikle yorumlanan (şerh edilen) yapıtın yarısı kadar uzunluktadır. İkincisi, telhîs olanlar: Yorumlanan yapıtın ifadelerini büyük ölçüde yeniden ifade etmekte ve gerektiğinde ek açıklamalara yer vermektedir. Üçüncüsü ise, tefsîr olanlar: Yorum­lanan yapıtın tamamını parçalar halinde ifade etmekte ve her bir parçanın ayrıntı­lı bir açıklamasını ortaya koymaktadır.
Rescher’e göre Arap İslam dünyasında ‘mantıkçı’ olarak adlandırılmayı hak eden ilk kişi Fârâbî’dir. Buradan, Fârâbî’nin Türk olduğu bilgisine dayanarak, onun, ilk Türk mantıkçısı ve filozofu olduğu so­nucunu da çıkartabiliriz.
Fârâbî’ye kadar olan dönemde yetişen Müslüman düşünürlerin en önemlisi Kindî’dir (yaklaşık 796-866). Kindi ilk Müslüman felsefeci ve İslam dünyasında Meşşâî (Aristotelesçi) okulun ilk temsilcisi olarak kabul edilmektedir. (200 den fazla eser kaleme aldığı düşünül-mektedir ancak bunların pek azı bugüne ulaşmıştır). Ayrıca İslam dünyasında mantığın bir araç ol­duğu düşüncesini kendi çalışmasıyla da ortaya koyan ilk düşünürlerden biridir. Kindi Poetika ve İkinci Çö­zümlemeler de içinde olmak üzere Organon içinde sayılan kitapların tamamını, ayrıca Aphrodisias’lı İskender’in Retorika ve Poetika’smı yorumlamıştır.
Fârâbî
Bağdat okulunun bir temsilcisi olan Farabi ilk büyük Müslaman mantıkçıdır.
Felsefe eğitimini Bağdat’ta ünlü Yunan felsefesi yo­rumcusu ve çevirmen Ebu Bişr Matta’dan alan Fârâbî daha sonra Harran Okulun­da Nastûrî Yuhanna’nın yanında çalışmıştır. Fârâbî özellikle Ammonius, Themistus (tarihleri), Aphrodisias’lı İskender gibi ünlü Aristoteles yorumcularının eserleri ol­mak üzere pek çok mantık eserini Süryaniceden başa-rıyla Arapçaya çeviren Yaku- bî filozof Yahya İbn Adi’yi (893-974) yetiştirmiştir.
Fârâbî’nin en büyük başarısı, Aristoteles mantığını hem Aristoteles’in metinleri­ne bağlı kalarak hem de İslam düşüncesine yakın bir anlayışla yorumlayabilmesidir. Aristote­les’ten sonra gelen öğretmen anlamında ‘İkinci Öğretmen’ olarak adlandırılmıştır.
Organon’un Arapçadaki ilk tam yorumunu oluşturmak­tadır. Ortaçağ Latin dünyasında bu çalışma, ancak 13. yüzyılda Albertus Magnus (yaklaşık 1200-1280) tarafından gerçekleş-tirilebilmiştir. Fârâbî sadece Aristoteles mantığını yorumlamakla kalmamış, bunun dışında mantık öğreten kitaplar da yaz­mıştır. Onun eserlerinden bir kısmı aşağıda belirtilmiştir:
1- Mantıkta Kullanılan Terimler (Kitâbu’l-Elfâz’il-Müsta’mele fi’l-Mantık)
2- Mantığa Başlangıç (et-Tavti’atu fi’l-Mantık)
3- Beş Bölüm (el-Fus_l’ul-Hamse)
4- Kategoriler (Kitâb’ul-Makûlât)
5- Mantığa Giriş (Îsâgûcî)
6- Peri Hermenias Yorumu (Kitâb’ul-İbâre)
7- Birinci Analitikler Yorumu (Kitâb’ul-Kıyâs’is-Sağîr)
8- İkinci Analitikler Yorumu (Kitâb’ul-Burhan)
9- Mantık Sanatı İçin Gerekenler (Fusûlun Yuhtâcu ileyhâ fi Sınâat’il-Mantık’)
10- Bilimlerin Sayımı (Ihsâ’ul-ülûm)
11- Sorulan Sorulara Yanıt (Risâletün fi Cevâbi Mesâilihi ilâ anhâ)
12- Retorik Yorumu (Kitab’ul-Hitâbe)
13- Şiir Sanatının Kanunları (Risâletün fî Kavânîni’s-Sınâ’ati’ş-Şi’r)
14- Şiir ve Ölçü Üstüne (Kitâbun fi’ş- Şi’r ve’l-kavefi)

Fârâbî mantık ile sözdizim (gramer, Arapça: nahiv) arasındaki ilişki konusunda hocası Ebu Bişr Matta ile benzer bir görüşü paylaşmaktadır. Fârâbî’ye göre mantık hataya düşülmesi olanaklı her konuda akıl yürütme ye­timizi doğru yönde tutmaktadır. Mantık bunu verdiği kurallarla sağlar.
Fârâbî mantığı, tasavvurât (kavramlarla akıl yürütmeler) ve tasdîkât (önermeler­le akıl yürütmeler) olarak iki kısma ayırmıştır. îlkinde amacın tanımlara ulaşmak olduğunu, ikincisinde ise tasımlara ulaşmak olduğunu belirtmiştir.

İbn Sînâ
Çalışmalarını 11. yüzyılın ilk yarısında yaptığı anlaşılan îbn Sînâ, böylelikle mantık çalış-malarının 10. ve 12. yüzyıllara göre daha az oldu­ğu bir döneme rastlamaktadır.
İbn Sînâ mantık çalışmalarının önemli bir kısmına ‘Kitâbu’ş-Şifâ’ başlığı altında derlediği ansiklopedik çalışmasında yer vermiştir. Organ on kitapları bu çalışmada aşağıdaki isimlerle yerini almıştır:
1- el-Medhal (Îsâgûcî)
2- el-Mekûlât (Kategoriler)
3- el-lbâre (Önerme)
4- el-Kıyas (Birinci Çözümlemeler)
5- el-Burhan (İkinci Çözümlemeler)
6- el-Cedel (Topikler)
7- es-Safsata (Sof istik Deliller)
8- el-Hitâbe (Retorik)
9- eş-Şi ’r (Poetika)

Şifa dışındaki eserlerden başlıcaları İşaretler ve Tembihler (el-lşârât ve’t-Tenbî- hât), Farsça kaleme aldığı Dâniş Nâme, Şifa’nm bir özeti niteliğindeki Necat (en- Nejât) olarak sayılabilir. Bunlardan bilhassa İşaretler ve Tembihler, İslam Dünya­sındaki Mantık geleneğine damgasını vurmuştur.
İbn Sînâ bir kavramın tanımında, onunla göreli olan bir kavrama başvurulma­ması gerekti-ğini savunmaktadır. Göreli kavramlar, birlikte bilinen (aynı anda bilinen) kavramlardır. Tanı-mın şartlarından biri, tanımda kullanılan kavramların tanımlanan kavramdan önce bilinme-sidir. Böylece bir kavramı tanımlarken, onunla göreli bir kavramın kullanılma­ması gerektiği anlaşılır.
İbn Sînâ mantığının en dikkat çekici kısmını kipli önermeler mantığı oluşturur.
Müslüman mantıkçılar Aristoteles’in kipli tasımlar ve kipli önermelerin düz döndürülmesi konusundaki sorununun farkına vararak bu soruna çözüm geliştir­meye çalışmaktadırlar. Bilindiği gibi Aristoteles;
Her A B dir.
Her B zorunlu olarak C dir.
O hâlde, her A zorunlu olarak C dir.
karma tasımını kabul ederek,
Her A zorunlu olarak B dir.
Her B C dir.
O hâlde her A zorunlu olarak C dir.
karma tasımını reddetmek istemektedir (Bu sorun, İki Barbara diye adlandırıl­maktadır).
İbn Sînâ’nın bu soruna yaklaşımı onu kipli önermelerin yorumlanmasında, La­tin mantı-ğında olmayan, öze göre (zâtî) ve nitelemeye göre (vasfı) okuma ayrımı yapmaya götürmüştür:
1- Öze göre okumada ‘A zorunlu olarak B dir’ önermesi ‘A öznesinin gösterdi­ği varlık var-olduğu sürece B olma özelliğini taşır’ anlamına gelmektedir.
2- Nitelemeye göre okumada ‘A zorunlu olarak B dir’ önermesi ‘A, A olduğu sürece, B olma özelliğini taşır’ biçimine dönüşür.
İbn Sînâ’nın yaptığı bu ayrıma göre, ‘Yürüyen zorunlu olarak hareket eder’ önermesi öze göre (zâtî) yorumlandığında yanlış olur. Çünkü yürüyen varlığın va­rolduğu sürece hareket edeceğini söylemek doğru değildir. Aynı önerme niteleme­ye göre (vasfı) yorumlandığında ise doğru olur. Çünkü yürüyen bir insan, yürüdü­ğü sürece, hareket etmektedir. İbn Sînâ’nın yaptığı şekliyle öze ve nitelemeye gö­re okuma ayrımının Aristoteles’in kip mantığı bakımın-dan sonuçları şunlardır. İbn Sînâ’ya göre Aristoteles’in işaret ettiği okuma öze göre okumadır. Bu durumda, Aristoteles’in istediği gibi ilk karma tasım geçerli, ikinci tasım da geçersiz olur.
Tasımlar konusunda kendinden ön­ceki mantıkçıların kullandığı yüklemli tasım-bileşik tasım ayırımı yerine, Kıyasta ik- tirani-istisnai tasım ayrımını yapar. İktirani tasım, sonucun ya da sonucun çelişiği­nin öncüllerde açık olarak bulunmadığı kıyastır. Istisnalı tasım ise, sonucun ya da sonucun çelişiğinin öncüllerde açık olarak bulunduğu kıyastır. İstisnalı tasımın Aris­toteles kaynaklı değil de Stoik kaynaklı olduğunu biliyoruz. O halde şu cümleyi kura-biliriz: İbn Sînâ mantık teorisinde, Stoik mantık unsurlarını da kullanmıştır.
İbn Sînâ’nın mantık anlayışına göre yazılan ‘bağımsız’ mantık eserleri arasında özellikle öne çıkan el-Kazvînî el-Kâtibî (1220-1280) tarafından yazılan ve medrese­lerde mantık eğiti-minde uzun süre kullanılan fiemsiyye risalesidir. İbn Sînâcı gele­neğin mantık birikimini özet bir şekilde sunması bakımından önemli yer tutan fiemsiyye şu başlıklardan oluşmaktadır:
1- Giriş
a) Mantığın ne olduğu ve mantığın faydası üzerine
b) Mantığın konusu
2- Kavramlar
a) Kavramlar
b) Tekil kavramlar
c) Tümeller ve tikeller
d) Tanım
3- Önermeler
a) Giriş: Önermenin tanımı ve kısımları
b) Yüklemli (kategorik) önermeler
i. Yüklemli önermenin parçaları ve yüklemli önerme türleri
ii .Dört yüklemli önerme (Mahsûrât-ı Erbaa)
iii. Yoksunlamalı (privative) ve nitelemeli (attributive) önermeler (el-
Udûl ve’t-Tahsîl)
vi. Kipli önermeler
c) Çeşitli koşullu önerme türleri
d) Önermeleri kullanmanın kuralları
i. Çelişme
ii. Basit düz döndürme
iii. Ters döndürme
vi. Koşullu önermelerin bağıntısı
4- Tasım
a)Tasımın tanımı ve tasım türleri
b) Karma tasımlar
c) Koşullu tasımlar (öncüllerinde şartlı önermelerin bulunduğu iktirânlı
kıyaslar)
d) Tekrarlamak (istisnâlı) tasımlar
e) Tasımın uzantıları
i.Bağlantılı (bileşik) tasımlar
ii. İndirgeme
iii. Tümevarım
vi. Benzetim (Temsil, Analoji)
5- Sonuç
a)Tasımın içeriği
b) Bilimlerin bölümlenişi
Gazâlî

Gazâlî (1058-1111) mantık çalışmalarından daha çok, etkili bir İslam düşünürü ola­rak man-tığın saygınlığına yaptığı katkı ile bilinir. Etkili bir İslam düşünürü olan Gazâlî mantığın Müs-lümanlar arasında mantığın saygınlığının artmasında önemli katkıda bulunmuştur.
Rescher’e göre, Fârâbî ve İbn Sînâ gibi ki­mi düşünürler bu tartışmalarda açık bir tutum almaktan kaçınmışlardır. İhvan-ı Safa gibi bazı okulların düşünürleri mantığın Tanrıbilimde (Teoloji) kulla­nılmasını benimsemişlerdir.
Mantık taraftarı görüşün en etkili savunucusu Gazâlî’dir. Gazâlî’ye göre mantık sadece fay-dalı değil gereklidir. Bu görüşünü Mantığı (Aristoteles mantığını) bilme­yen bir kişinin bilgisi-ne güvenilemeyeceğini söyleyerek belirtmektedir. Gazâlî’nin verdikleri bilginin kesinlik dere-cesine göre ele aldığı öncüller şunlardır;
1- Doğuştan öncüller (evveliyât): Aklın duyular yardımı olmaksızın ulaştığı bil­gilerdir. Bir insan gerektiğinde sadece doğuştan edindiği düşünceler yardı­mıyla bu doğrulara ulaşabilir. Matematik doğruları, ‘Bütün parçadan büyük­tür’ gibi en temel metafizik doğrular bu türden-dir.
2- Duyu öncülleri (mahsûsât): İnsanın iç ve dış duyum ile edindiği bilgilerdir. İnsanın ateşin yakıcı olduğunu bilmesi bir dış duyu bilgisidir. İnsanın acık­tığında aç olduğunu bilmesi iç duyu bilgisidir.
3- Deneyim öncülleri (mücerrebât): İnsanın sık tekrarlanan deneyimler karşı­sında aklının yardımıyla bir sonuca varmasıyla elde ettiği bilgilerdir. Suyun susuzluğu giderdiğini bilmek bu türden bir bilgidir.
4- Sezgi öncülleri (hadsiyyât): Aklın hızlı bir şekilde sonuç çıkararak ulaş­tığı bilgilerdir. ‘Ay ışığını güneşten alır’ önermesi bir sezgi bilgisi ifade et­mektedir.
5- Kendinden öncüller (fıtriyyât): Aklın hemen bir orta terime varıp bu terim aracılığı yaptığı bir tasımla ulaştığı bilgilerdir. ‘İki sayısı altı sayısının üçte bi­ridir’ önermesi bu türden bir bilgiyi ifade eder.
6- Aktarılmış öncüller (mütevâtirât): Akla dayanarak güvenilir olduğuna karar verilen bir topluluğun sözü ile elde edilen bilgilerdir. Mekke’nin varlığını bilmek bu türden bilgidir.
7- Yaygın öncüller (meşhûrâi): Toplumda yaygın olarak kabul edildiği, sık tek­rarlandığı için doğru kabul edilen önermelerin ifade ettiği bilgilerdir. ‘Ada­let gereklidir’ önermesinin bilgisi bu türdendir. Bu tür bilgi toplumdan topluma değişiklik gösterir
8- Yetkinlik öncülleri (makbûlât): İlgili konudaki bir uzman gibi güvenilir bir kaynağın sağladığı bilgidir. Öğrencilerin iyi bir öğretmenin ilgili derste söy­lediği bir sözü doğru kabul etmeleri bu türdendir.
9- Sanı (zan) öncülleri (maznûnât): Çelişiğinin doğru olma olanağını ortadan kaldırama-dığımız halde, doğru kabul edilen önermedir.
10- Ara öncüller (müşebbihât): Akıl bilgisine de, deneyim bilgisine de, yaygın bilgiye de benzeyen ama bunlardan hiçbiri olmayan bilgilerdir.
11- Uzlaşım    öncülleri (müsellemât): Tartışma sırasında karşı tarafın kabul ettiği ya da taraf-ların karşılıklı olarak kabul ettiği, genel kabul görmüş önermele­rin ifade ettiği bilgilerdir.
12- Kuruntu öncülleri (vehmiyyât): İnanmak için geçerli bir neden olmadan in­sanın yaradılışı gereği doğru kabul ettiği önermelerin ifade ettiği bilgilerdir.
13- İmge öncülleri (muhayyelât): İmgelemin (düşgücünün) ürünü olarak insa­nın kabul ettiği önermelerin dile getirdiği bilgilerdir. Hoşa gitmeyen birinin adını taşıdığı için, bir insandan sakınmak gerektiğini bildiren öncül bu tür­dendir.
Kabul ettikleri öncüller bakımından tasımın yer bulduğu beş sanat ayırt edil­mektedir:
1- Tanıtlama (burhan)
2- Diyalektik (cedel)
3- Retorik (hitabet)
4- Poetika (şiir)
5- Yanıltmaca (sofizm, mugalata)
Bunlardan ilk altı türde olan bilgiler kesindir (yakini). Kesin öncüllerle yapılan tasım ise tanıtlamadır (burhani kıyas). Tartışmada (diyalektik, cedel) öncüller yay­gın önermelerden oluşur. Yanıltmacada doğru olmadığı halde doğru gibi görünen öncüllerden hareket edilir. Retorikte yetkinliğe veya sanıya başvurulur. Poetik ta­sım, imgeye dayalı öncüllerle kurulan tasımdır.
Gazâlî’nin başvurduğu bir diğer sav da mantığın din, bilim, felsefe gibi hiçbir konuda olumlu ya da olumsuz bir yargı içermediğidir. Bu kabul edilirse mantık hiçbir kültürün malı olmayıp ayrıca hiçbir kültüre de yaban­cı olmayacaktır.
İsmail Gelenbevî (1730-1790), bağımsız mantık eserleri yazmış, Tanzimat öncesi Osmanlı’da yetişmiş son büyük mantıkçıdır.
İbn Rüşd
Latinlerin ‘Averroes’ diye adlandırdıkları İbn Rüşd Bağdat okulu anlayışına dönerek, Aris-toteles mantığını metinlere bağlı kalarak yeniden yorumlamaya girişmiştir. Aristoteles’in mantık anlayışına kendi dönemindeki ve kendinden önceki uzun bir dönem boyunca yetişen diğer mantıkçılardan daha fazla bağlı olduğu, mantık yorumlarına Kategoriler kitabı ile başlayıp Sofistler ile bitirmesinden de anlaşılmaktadır. İbn Rüşd bu mantıkçıların mantığın bölümleri içinde saydıkları Retorika ve Poetika ile de ilgilenmiş ama bu kitapların konularını mantığın konuları içinde kabul etmemiştir.
İbn Sina’yı eleştirmiştir. Ancak en iyi bilinen eleştirisini Tutarsızlığın Tutarsızlığı (Tehâfüt’üt- Tehâfüt) ile Gazâlî’ye yöneltmiştir. Bu eseriyle İbn Rüşd Gazâlî’nin felsefecilere saldırısını yanıtlamaktadır. İbn Rüşd’ün bir diğer önemli eserini Felsefe-Din Tartış­ması üze-rine yazmıştır (Fasl’ül-Makâl). Burada felsefenin din ile bağdaştığını, Müs­lümanların pagan İlkçağ felsefecilerinden faydalanmasının olanaklı olduğunu sa­vunmaktadır. Sorular Kitabı (Kitâb’ül-Mesâil) Aristoteles’in Organon’u çerçevesin­deki bazı mantık sorunlarıyla ilişkili çalışmasıdır.
İslam Dünyasında Mantığa Yöneltilen Eleştiriler
Mantık Müslümanlar arasında her zaman olumlu karşılanmamıştır. Mantığa eleştiri­ler özellikle Gazâlî öncesinde pek çok kelamcı tarafından dile getirilmiştir. Bu eleş­tirilerin bir kısmı, nedenleriyle birlikte ilk Müslüman mantık tarihçisi sayılabilecek İbn Haldun (1332-1406) tarafından açıklıkla ifade edilmektedir. Özetle açıklarsak, kelam bilginleri iman ve din kurallarını kabul ettikleri birtakım temel ilkeler ve ken­dilerine özgü birtakım kanıtlamalarla temellendirmişlerdi. İbn Haldun’a göre daha sonra Gazâlî ve Râzî’nin çabalarıyla ‘Kanıtlama geçersiz olduğunda kanıtlanan da geçersiz olur’ düşüncesi terk edilerek, mantık kurallarının kelamcıların bazı kanıtlamalarına aykırı olmakla birlikte din kurallarına aykırı olmadığı kabul edilmiştir.
Gazâlî sonrasında mantığa karşı şüpheci tutumun en dikkat çekici ör­neğini İbn Teymiyye (1263-1328) vermektedir. Mantığı dini inanç ve dini bilimler için bir tehdit olarak gören ve mantığın yaygın kabul görmesinden rahatsızlık du­yan Teymiyye eleştirilerinde özellikle Gazâlî’nin adını anmaktadır. Onun eleştirilerinin bir kısmı şu şekilde özetlenebilir:
1- Mantığın kurucusu olan Aristoteles’ten önce de pek çok düşünür ortaya çık­mıştır. Bu düşünürler tutarlı düşünceler ileri sürmek bakımından, mantığın kurulmasından sonra gelen düşünürlerden aşağı kalmamaktadır.
2- Aristoteles mantığı kurduktan sonra da pek çok düşünür onun mantık siste­mini reddet-miştir. Mantık doğruya ulaşmanın tek yolu ise, bu kadar düşünü­rün mantığa karşı çıkması nasıl açıklanacaktır?
3- Müslümanların mantık ile karşılaşmasından sonra her İslam mezhebinden pek çok düşü-nürün mantığa karşı çıkmış olması nasıl açıklanacaktır?
4- Müslüman din bilginleri bütün din bilimlerini ve dilbilimi, mantığı tanıma­dan önce ve mantığı tanımamalarının eksikliğini duymadan kurmuşlardı. Mantık ne bilim­lerin kurulma-sında ve gelişmesinde gereklidir ne de bilimde duraklama ve gerilemeyi engelleyebilmektedir.
5- Mantık tartışmalarda ortak bir ölçü sağladığı, bu sayede tartışmalarda doğru­ya ulaşılacağı düşünülmektedir. Oysa Müslümanların mantık ile tanışmasın­dan sonra anlaşmazlıklar azal-mamış, daha da artmıştır. Aynı mantığa göre düşünen düşünürler de derin görüş ayrılıklarına düşmekte ve mantık bunu engelleyememektedir.
6- Pek çok hadis, tefsir ve fıkıh bilgininin mantığa karşı çıkmış olmaları nasıl açıklanacaktır?
7- Müslümanların en hayırlıları ve en erdemlileri olan ilk Müslümanlar mantı­ğın adını bile duymamışlardır.
8- Mantığın insanı akıl yürütürken hata yapmamasını sağladığını düşünen man­tıkçıların kendileri (dini konularda) düşünürken hata yapabilmektedirler.
İbn Teymiyye’nin karşı çıkışı felsefe ve mantığın din ile ilgili konularda, dini bilimlerde kullanılmasına yöneliktir. Dindışı konularda, matematik, fizik, tıp gibi konularda mantıkçı-felsefecilerin bilgilerine başvurmakta sakınca olmadığı düşüncesindedir. İbn Teymiyye’ye göre din konularında nasıl akıl yürütüleceği Kur’an’da ortaya konmuştur.
Mantıkçılar beş sanat içinde sadece tanıtlamanın (burhan) kesin bilgi verdiğini kabul etmektedirler. Dini bilimlerde tanıtlamaya başvurma olanağı çoğu zaman bulunmamaktadır. Dolayısıyla mantıkçıların tanıtlamanın kesin bilgiye ulaş­tırmak bakımından diğer sanatlara göre üstün olduğu düşüncesi kabul edildiğinde, dini bilimlerde çoğu zaman kesin bilgiye ulaşılamayacağı sonucu çıkar. Mantığın reddedilmesi, bu sonuçtan kaçınmanın bir gereğidir.


02.04.2012
KAYNAK: Anadolu Üniversitesi Felsefe Lisans Bölümü Mantığın Gelişimi Ders Kitabı
HAZIRLAYAN: Hakan Hüseyin Menekşe

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder