Türkiye 1940’ların sonlarında demokrasiye geçtiği için, “üçüncü dalga” değil, “ikinci dalga” demokrasisidir. Dolayısıyla, Türkiye oldukça uzun bir demokratik siyaset tarihine sahiptir. Ancak, Türk demokrasisi askeri darbelerle üç kez kesintiye uğramıştır. Türkiye, üç kez demokrasinin çökmesini ve üç kere de demokrasinin onarılmasını tecrübe etmiştir. Bugün, Türkiye, hâlâ, ileri temsili demokrasiler seviyesine ulaşmış olmaktan uzaktır
v Demokratik pekişmeyi tanımlamak pekişmenin maximalist ve minimalist kavramlarından birini seçmeyi içermektedir. Maximalist tanım, uzun bir sosyalizasyon süreci ile vatandaşların çoğunluğu arasında demokratik değerlerin yerleşmesini vurgulamaktadır; Minimalist tanım, demokratik kurumların meşruluğuna ve
Özellikle de serbest ve rekabetçi seçimlerin hâkimiyetine yönelebilecek önemli tehditlerin olmamasını vurgulamaktadır.
v Yeni demokrasilerin çoğu democraduras (Yarı-demokrasi) dan az veya çok işlev gören fakat hâlâ tam anlamıyla pekişmemiş demokrasilere uzanan- ki Türkiye’nin birçok diğer ülkelerle paylaştığı bir kader bir gri alana yayılmaktadır.
v Bir demokrasinin pekişmiş olması için diğer beş, bağlantılı ve birbirini güçlendiren beş şartın muhakkak suretle var olması ya da imal edilmesi gerekmektedir.
Þ Birincisi, özgür ve canlı bir sivil toplumun gelişmesi için şartların var olması gerekmektedir.
Þ İkincisi, nispeten özerk ve kendisine değer verilen bir siyasal toplumun olması gerekmektedir.
Þ Üçüncüsü, vatandaşların özgürlüklerinin ve bağımsız dernek hayatının yasal garantilerini sağlayacak hukukun üstünlüğünün var olması gerekmektedir.
Þ Dördüncü olarak, yeni demokratik hükümet tarafından kullanılabilecek işe yarar bir devlet bürokrasisinin var olması gerekmektedir.
Þ Beşinci olarak, kurumsallaşmış iktisadi toplumun var olması gerekmektedir.
v Türkiye’yi 1923’ten 1946’ya kadar yöneten Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) tek parti rejimi totaliter bir rejimden ziyade otoriterdi; dolayısıyla bu rejim sınırlı bir çoğulculuğa izin vermiştir ve siyasal olmayan alanlardaki sivil toplumun ifadelerinin hepsini bastırmaya çalışmamıştır.
BAZI KAVRAMLAR
v Oynaklık: Partilerin oylarında bir seçimden diğerine gözlemlenen değişimlerin tümüdür.
v Parçalanmışlık: Oyların çok sayıda parti arasında aşırı derecede dağılmasıdır.
v Kutuplaşma: Partiler arasındaki ideolojik farkların artmasıdır.
DEMOKRASİYE GEÇİŞLER
Tek Partili idareden Geçiş: (1945-1950)
v İncelemekte olduğumuz zaman dilimi içindeki demokrasiye geçişler arasında : (1945, 1961 ve 1983) teorik ve pratik nedenlerden dolayı en önemli olanı demokrasiye ilk geçiştir. Çünkü demokrasiye geçiş yirmi yıldan fazla sürmüş, yerleşmiş ve süregelen tek parti rejiminin (Cumhuriyet Halk Partisi [CHP]) sona ermesini içermektedir.
v Otoriterizm: Siyasal iktidar yetkilerinin tek elde (parti, şef gibi) toplandığı siyasal bir rejimdir. Yarışmacı siyasete bu geçiş oldukça istisnaidir, çünkü bu geçiş bir kopma (ruptura, var olan kurumsal düzenlemelerden ani bir kopuş) olmadan meydana gelmiştir.
v 1945 yılının Mayıs ve Haziran aylarında Mecliste hükümet tarafından verilen toprak reformu yasa tasarısı üzerinde yoğun ve hararetli tartışmalar meydana geldi. Bu, normalde yirmi yıldır uysal durumda olan tek partili meclisteki hakiki ve uzun süreli ilk ihtilaf olmuştur.
İsmet İnönü’nün Demokrat Parti’nin programına karşı hassas olduğu noktalar
• Laiklik,
• Dış Politika,
• İlköğretimin yaygınlaşmasıdır.
v Türk tarihindeki ilk gerçek anlamda yarışmacı seçimler 21 Temmuz 1946’da yapıldı; etkili bir kampanyanın arkasından DP 62 sandalye, CHP 396 sandalye, bağımsızlar 7 sandalye kazandı.
v Eylül 1947’ye kadar başbakanlık yapan Recep Peker’in başını çektiği CHP’nin eski muhafızları, muhalefet faaliyetlerindeki kısıtlamaların kaldırılmasına sıcak bakmıyorlardı. DP içinde aşırılar olarak bilinenler de, hükümetin niyetine güvenmiyorlar ve halk içinde propaganda çalışmalarına yoğunlaşmak için meclisten çekilmeyi savunuyorlardı (sine-i millete dönmek).Peker, İnönü’yle olan ayrılıkları yüzünden ve CHP içindeki ılımlı ya da liberal grubun (Otuzbeşler) artan muhalefeti karşısında başbakanlıktan istifa etti.
v Daha ılımlı olan Hasan Saka, 10 Eylül 1947’de başbakan olarak Peker’in yerini aldı. Saka’nın kabinesi 16 Ocak 1949’da Şemseddin Günaltay kabinesine yerini bıraktı.
üIlımlı: Siyasette köktenci, hızlı bir dönüşümden yana olmayan, aşırı görüşler arasında ortalama bir görüş savunan kişi, parti ya da örgüttür.
ü Liberal: Siyasi alanda bireysel özgürlüklerin geliştirilmesinden; ekonomide ise özel girişime dayalı, devletin müdahale etmediği bir ekonomik düzenden yana olan kişi ya da partilerdir.
v Özellikle, seçim kanunu, Demokratların da arzularının çoğunu kapsayarak, şubat 1950’de değiştirildi (kanun no 5545). Yeni yasa gizli oy ile oy pusulalarının açık sayım ve tasnifini getirdi; seçimlerin geçersiz kılınması ya da bir milletvekilinin ehil olup olmadığına ilişkin son söz Büyük Millet Meclisi’nde kalsa da, yeni yasa ayrıca seçim idaresinin yargısal denetimi sistemini getirdi. Yeni seçim yasasına göre yapılan 14 Mayıs 1950 seçimlerinde demokratlar %53,3 oy oranı ile Meclis’te 408 sandalye (%83,8) kazanırken CHP %39 oy oranı ve 69 sandalye (%14.2) kazandı. Böylece, geçiş süreci iktidarın muhalefete barışçı transferiyle bitti.
v Türkiye’deki 1945 ile 1950 yılları arasındaki demokratikleşme süreci, demokrasiye geçişin reform şeklini teyit etmektedir. İnönü’nün reform sürecini başlatmasındaki güdüler hakkındaki düşünceler çeşitlidir.
v Üç etken sıkça tekrarlanır: Uluslararası konum, Türk toplumundaki sosyoekonomik dönüşümler ve var olan otoriter rejimin doğası.
v Türkiye’de demokrasiye geçişin temel nedenleri CHP otoriter rejiminin doğasında aranmalıdır. CHP’nin ideolojik ve örgütsel özellikleri demokrasiye geçişi, Kemalist reformların beklenen bir neticesi yaptı. Türkiye’deki tek parti rejimi hem ideolojik hem de örgütsel olarak liberal demokratik geleneğe, komünist
ve faşist tek parti rejimlerinden daha yakın olmuştur. CHP, bir ideolojiden ziyade, pozitivist-rasyonalist “mantalite” ye sahipti.
v CHP’nin ne doktrinsel ne de örgütsel özellikleri sürekli bir otoriter rejime uygun ya da onu destekler mahiyette değildir. Türkiye’deki 1945-1950’deki demokrasiye geçiş, eski rejimin (ancien régime) doğasının demokrasiye geçişin sonucuna ve tipine etkisi olacağı hipotezini desteklemektedir. CHP’nin potansiyel demokratik karakteri, eski rejimden kurumsal bir kopma olmamasıyla sonuçlanacak bir biçimde, reform sürecinin başlamasını mümkün kılmıştır.
ASKERİ YÖNETİMDEN DEMOKRASİYE GEÇİŞLER: (1960-1961,1971-1973, 1980-1983)
v 1971 müdahalesi, anayasanın yürürlükten kaldırılmasını, millet meclisinin dağıtılmasını, ya da
siyasal partilerin yasaklanmasını gerektirmediği için, daha ziyade bir “demokrasinin yeniden dengelenmesi” (reequilibration of democracy) idi. Yürütmeyi güçlendirmek için düzenlenmiş anayasa değişikliklerini ve 1961 Anayasası’nın sağlamış olduğu sosyal reformları (özellikle toprak reformu) yerine getirmek için yeni hükümetin siyasal şiddetle sert bir şekilde mücadele etmesi (sıkıyönetim yardımı ile)beklenmekteydi. Bu ara dönem, milletvekili seçimlerinin normal takvimi olan1973’ün sonbaharında sona ermiştir.
v 1971 “yarı darbe”sinden farklı olarak, 1960 ve 1980 askeri müdahaleleri var olan kurumsal düzenden tam bir kopuş içermektedir. Her iki durumda da, askerler, öncekilerden oldukça farklı siyasal rejimlere yol açan yeni anayasalar yapımında siyasal nüfuzlarını önemli ölçüde kullanmışlardır.
Müdahaleleri yapan askerlerin ortak noktaları
• Yeni anayasa yapılırken etkili olmaları,
• Sürekli askeri rejim olmaktan kaçınmaları,
• Demokrasi için reformlar yapmaları ve
• İktidardan ayrılmalarının bedelini garanti altına almalarıdır.
v 1960 müdahalesi bir grup orta rütbeli askerler tarafından meydana getirilmiştir. Bunlar iktidarı ele geçirince üst rütbeli bir generali (DP iktidarı tarafından yarı-emekliliğe gönderilen, Kara Kuvvetleri Komutanı, Cemal Gürsel) devrimci komiteye (Milli Birlik Komitesi, MBK) başkanlık yapmak üzere davet etmişlerdir. 1980 müdahalesi ise (1971’dekigibi) hiyerarşik emir komuta zincirinde, silahlı güçlerin en üst seviyesi tarafından yapılmıştır. Sonuç olarak, ilk askeri rejim süresince, iktidar olan asker (MBK) ile kurumsal manada asker arasında önemli farklılıklar görülmüştür.
v İki askeri rejim arasındaki diğer önemli fark, bunların sivil siyasal güçlere yönelik tavırlarında görülmektedir. MBK rejimi (özellikle onun egemen ılımlı hizbi) ana muhalefet partisi CHP ile sıkı bir işbirliğine girmiş olsa da; MGK –Milli Güvenlik Konseyi– rejimi herhangi bir siyasal parti ya da diğer sivil siyasal kurumlarla işbirliği yapmamayı seçmiştir. MGK rejimi bunun yerine bütün siyasal partileri yasaklamış ve 1983 milletvekili seçimlerine katılabilmesi için yeni kurulan partilerden sadece üç tanesine izin vermiştir.
v 1960 darbesi ara bulucu bir darbeye (moderating coup) benzemekteydi, çünkü onun temel amacı sosyal ve siyasal yapıda köklü değişiklikler yapmaktan ziyade anayasal krizi çözmekti.
MGK rejiminin siyasal anlamdaki temel düzenlemeleri şunlar olmuştur
• Siyasal partilerle sendikaların, meslek odalarının ve sivil toplum kuruluşlarının ilişkisi yasaklanmış,
• işçi sınıfının depolitize olması sağlanmıştır.
v 1960 ile 1980 müdahaleleri arasındaki bir benzerlik de şudur: her iki durumda da, özellikle de 1960 müdahalesinde, giden askeri rejimin siyasal etkisi seçimlerin yapılmasından sonra da uzun süre devam etmiştir.
Demokratik Yönetimin Krizleri ve Çöküşleri (1960, 1971, 1980)
1960 Çöküşü
v Türkiye’nin ilk yaygın demokrasi tecrübesi (1946-1960) 27 Mayıs 1960 tarihinde askeri bir darbe ile nihayete ermiştir. Bu dönemde, iki büyük parti (DP ve CHP) iktidar için mücadele etmişlerdir. DP, 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini önemli bir farkla kazandı. Bu iki parti arasındaki ideolojik ayrılık büyük değildi;“iki partinin programları arasında pek bir fark yoktu. Demokratlar ve Millet Partisi ile mücadele edebilmek için, CHP, tekrar seçilirse, altı ilkeyi anayasadan çıkarmayı istemekteydi ve CHP özel sektörü ve siyasette dini etkiyi kullananları (clericalists) yatıştırmak için çok uğraştı... Bu iki parti, ABD’ndeki
Cumhuriyetçi ve Demokratlar arasında bulunan fark kadar farklıydı ve İngiltere’de bulunan işçi partisi ve Muhafazakar Parti’den daha fazla ortak noktaları vardı.”
v Basın yasasının sertleştirilmesi, çok sayıda gazetecinin hapsedilmesi, 1954 seçimlerinde muhalefetteki Cumhuriyetçi Millet Partisi’ne oy verdikleri için Kırşehir ilini ilçeye çevirmek, devlet radyosunun tek taraşı bir şekilde kullanılması, seçim kampanyaları haricindeki gösterileri ve siyasal toplantıları yasaklama, devlet memurlarını erken emekliliğe zorlama kararları üzerindeki yargısal denetimi engelleme, seçimlerde muhalefet partilerinin karma liste yapmasının yasaklanması ve Meclis’in iç tüzüğünü değiştirerek muhalefet eleştirilerini durdurmak. Cumhurbaşkanı Celal Bayar bu tedbirleri şu şekilde tanımladı ve savundu: “ince demokrasiye paydos”.
v Devam eden kamusal kargaşa, İstanbul ve Ankara’daki öğrenci gösterileri ve öğrencilerle polis
arasındaki çatışmalar sıkıyönetim ilânına yol açmıştı ki, bu durum hükümet politikalarına pek az sempati duyan askerleri, hükümet adına muhalefeti bastırma gibi hoş olmayan bir pozisyona sokmuştu. Ordu, muhalefetin de desteği ile, 27 Mayıs 1960’ta müdahale etti.
İlk Demokrasi Girişiminin Başarısızlıkla Sonuçlanmasının Nedenleri Şunlardır
• DP’deki CHP karşıtı güçler,
• DP’nin liderleri,
• DP’nin bürokrasiyle çatışması.
v 1950’lerde nispeten yüksek oranda bir iktisadi büyüme başarılmışsa da, gelir dağılımı daha adaletsiz duruma gelmişti, özellikle de enşasyonist politikalar maaşla geçinen kitleleri kötü vurmuştu. Dolayısıyla, 1960 darbesi, diğer nedenlerin yanında, ekonomik nedenlerden dolayı da, subaylar ve sivil memurlar tarafından hemen kabul edilmişti. Ayrıca bu hususta belirtilmelidir ki DP hükümetinin demokratik rejim karşısındaki sadakatsizliği CHP’nin de sadakatsiz bir muhalefet olarak hareket etmesine yol açmıştır.
1971 Krizi: Muhtıra ile Darbe
v 1965 ile 1969 seçimlerinde Meclis’teki sandalye sayısının mutlak çoğunluğunu kazanmış olsa da, Süleyman Demirel’in liderlik ettiği AP hükümeti, 1960’ların sonuna doğru kötüleşen siyasal ortamla baş edemez duruma gelmişti. Kısmen 1961 Anayasası’nın sağlamış olduğu daha liberal atmosferin bir neticesi olarak, aşırı sol ve sağ gruplar siyaset sahnesinde göründüler. Bu gelişmeyi, özellikle aşırı gençlik grupları tarafından işlenen cinayetler, adam kaçırmalar, bombalamalar ve banka soygunları gibi şiddet eylemleri izledi. Öğrenci radikalizmine, 15-16 Mart 1970 tarihinde İstanbul ve Kocaali’de meydana gelen kanlı işçi ayaklanması ile zirveye ulaşan işçi sınıfının radikalleşmesi eklendi. Topraksız köylüler özel çiftlikleri işgal etmeye başladı
v AP hükümetini istifaya zorlayan 12 Mart 1971 askeri memorandumu, en üst seviyedeki komutanların radikal bir askeri darbenin önüne geçmek için yaptıkları bir son dakika hareketiydi. Silahlı kuvvetlerin yüksek rütbeli komutanları kontrolü sağladıktan sonra, hızlıca, içlerinde beş general, bir amiral ve otuz beş albayın olduğu radikal subayları 17 Mart’ta emekliye sevk etmişlerdir.
v Yeni hükümetin başbakanlığına daha uygun olmak için partisinden istifa eden deneyimli
CHP’li siyasetçi Nihat Erim’in liderlik ettiği partiler üstü ya da teknokrat bir hükümetin kurulması izledi. Erim hükümeti AP’den beş, CHP’den üç, Güven Partisi’nden bir ve Meclis’in dışından da on dört teknokrattan oluşuyordu; 1956 Erim hükümeti beklendiği gibi Millet Meclisi’nden güvenoyu aldı.
Nihat Erim hükümetinin hedefi şunlardır
Þ Siyasal çatışmaların durdurulması,
Þ Yürütmeyi güçlendirmesi ve
Þ Sosyal reformların gerçekleştirilmesi
v Anayasa, geniş bir biçimde, 1971 ve 1973’te, sadece yürütme otoritesinin güçlendirilmesi değil, aynı zamanda siyasal şiddet ve aşırılıktan sorumlu olarak görülen belirli temel özgürlüklerin kısıtlanması düşüncesi ile gözden geçirildi. İronik bir şekilde, askerler tarafından önerilen ve Meclis tarafından kabul edilen anayasal değişiklikler, AP tarafından savunulan, liberal 1961 Anayasası’nın ülkenin idaresini imkânsız kılan bir
“lüks” olduğu yönündeki düşüncelerle aynı çizgide hatta ondan daha da ileride bulunmaktaydı.
v 1971 askeri darbesi ki 1973 sonbaharında yapılan parlâmento seçimleriyle son bulmuştur, askerlerin doğrudan doğruya idareyi ele almaları yerine perde arkasından idare etmeyi seçtikleri bir yarım darbe olarak nitelendirilebilir.
1980 Çöküşü
v 1980 askeri müdahalesinin doğrudan nedeni, 1975 ile 1980 arasında peşinden beş binden fazla ölü ve bu sayının üç katı yaralı (Kurtuluş Savaşı sırasındaki Türk tarafının kaybına eşit) bırakan artan siyasal şiddet ve terörizm olmuştu. Şiddet eylemleri ki özellikle 1978 ile 1980 arasında vahim boyutlara erişmişti– ayrıca, silahlı saldırı, sabotaj eylemleri, adam kaçırma, banka soygunları, işyerlerinin işgali ve
tahrip edilmesi ve bombalamayı da kapsamaktaydı. Kırk dokuz adet radikal solcu grup sol kanat terörizme dahil olurlarken, sağ-kanat terörizm ise Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile gayri resmi bir ilişkisi olan “ülkücü” örgütlerde yoğunlaşmıştı.
v Bir anlamda 1971 askeri darbesine yol açmış olan durum daha geniş ve daha korkutucu ölçüde tekrarlanmıştı.
v Türkiye tarihinde üç askeri müdahalenin hepsi de sivil hükümetler tarafından kurulmuş sıkıyönetim rejimlerinden sonra gerçekleşmiştir.
v Siyasal şiddet olayları, Türkiye’de, sağda MHP ve daha az oranda Milli Selamet Partisi (MSP), ile birçok küçük radikal sol gruplar arasında artan ideolojik bir kutuplaşmayı yansıtmaktaydı. MSP şiddet olaylarına dahil olmadı, fakat MSP’nin İslami temaları, askerler de dahil, laikliğin Kemalist mirasına inanmışlar arasında, rejimin meşruluğunun zayıflamasına yardım etti. Türk tarihinin hiçbir döneminde, kamu görevlileri, 1970’lerin sonlarındaki kadar bölünmemiş ve siyasallaşmamıştır.
Siyasal sistemin meşruluğnun kaybolmasının nedenleri
• Hükümetin ve meclisin hareket edemez duruma gelmesi,
• kamu görevlilerinin bölünmüşlüğü,
• ekonomik sıkıntılar ve
• uluslararası problemlerdir.
v Hükümetin performansının başarısızlığını en iyi gösterebilecek örnek, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1980 yılında bir cumhurbaşkanı seçememesiydi; altı aylık açmaz ancak 12 Eylül askeri darbesi ile son buldu. Diğer açmaz örnekleri, özellikle, ekonomik meselelerde ve dış politikada bol miktarda mevcuttu.
v 1980 çöküşüne yol açan yılların karakteristik bir özelliği büyük demokratik partilerin (AP ve CHP) hükümete başkanlık yaptıkları zamanlarda adaleti sağ ve sol teröristlere eşit bir şekilde uygulamadığı yönünde yaygın bir kanaatti. Ecevit ve diğer CHP sözcüleri AP’nin baskın olduğu Milliyetçi Cephe hükümetlerinin(1975-1977 ve 1977) sağcı teröristleri koruduğu yönünde benzer suçlamalar yapmışlardır. Birçok kişi sağcı terörün Milliyetçi Hareket Partisi ile ilişkisinin olduğuna inanmıştı ve MHP’nin Milliyetçi Cephe koalisyonlarında ortak olarak bulunması bu suçlamaları, Demirel’in karşı suçlamalarından daha inanılır kılmaktaydı. Dolayısıyla, Ecevit sık sık MHP bağlantılı sağcı teröristlerin Milliyetçi Cephe hükümetleri tarafından beslendiğini ve korunduğunu ifade etmiştir.
v Faşist, komünist ya da bölücü teröre karşı yumuşak olma suçlamaları ve karşı suçlamaları 1970’lerin ikinci yarısındaki artan kutuplaşmayı yansıtmaktaydı. AP, MHP ve MSP ile olan ortaklığı ile sağa doğru çekildiği gibi, CHP, küçük ama sesi çok çıkan radikal gruplar tarafından daha sola çekildi. Böylelikle, 1977 seçimlerinin sonucu olan dört büyük partili yapısı ile, parti sisteminin formatı, ılımlı çok partili modele daha yakın olarak kalsa da, parti sistemi aşırı (ya da kutuplaşmış) çok partili sistemin bazı fonksiyonel özelliklerini (özellikle böyle bir sistemle birleşmiş merkez kaç itki) ortaya koymaktaydı.
v AP Milliyetçi Cephe hükümetinin başına geçebilmiş ve 1973’te yüzde 29,8 olan oy oranını, 1977’de yüzde 36,9’a ve 1979 ara seçimlerinde ise aşağı yukarı yüzde 45.0’a yükseltmiştir. Benzer şekilde, faşizm korkusu, CHP oy oranlarında 1973 ile 1977 arasında ki o dönemde CHP oylarını yüzde 33,3’ten 41.4’e çıkarmıştı, büyük bir artış olmasının önemli bir nedenidir. İki parti için de, tek başına iktidara gelme olasılığı yüksek olduğu için, tamamıyla seçim açısından bakıldığında, iktidarın sorumluluklarını paylaşmaktan ziyade, ortamı daha da kutuplaştırmak anlamlıydı. Ayrıca, daha önce de belirtildiği gibi, iktidar mücadelesinin ya hep ya da hiç oyunu (zero-sum game) olarak görülmesi, Türk siyasetinde değişmeyen bir eğilim olmuştur.
v 1980 müdahalesine yol açan olaylar, bazı önemli sivil grupların desteğini almadan bir darbenin muhtemel olmayacağı gözlemini desteklemektedir. Çoğu kişi, krizin sürmesinin ve ağırlaşmasının askeri müdahaleye daha çok destek kazandıracak olduğu varsayımı ile, askerin hareketini bilerek ertelediğine inanmaktadır.
v Türkiye’deki demokrasinin üç kez çöküşünün hiç birisi sabit yapısal ya da sosyolojik nedenlerin kaçınılmaz bir sonucu olarak görünmemektedir. Bütün durumlarda, siyasal partilerin liderlerinin davranışları çöküşe yol açan etken olarak büyük önem kazanmaktadır. 1971 ve 1980’deki askerin doldurduğu iktidar boşluğu, sağda ve solda bulunan sadakatsiz muhalefetin hareketleri ve büyük demokratik partilerin yarı-sadık davranışları tarafından yaratılmıştır.
ANAYASA YAPIMI SiYASETi
v Anayasa yapım süreci, sadece demokrasiye geçiş şeklini değil, aynı zamanda ve belki de daha önemli bir şekilde, demokrasinin pekişme ihtimalini de etkilemektedir. Bu çalışma da, oydaşmacı (consensual) ya da ortaklıkçı (consociational) tarz anayasa yapımının, demokrasinin pekişmesi şansını önemli ölçüde artırmaya elverişli olduğunu iddia etmektedir.
Oydaşmak: Tartışmak, bir konuda uzlaşarak belli bir görüşte birleşmek ya da çoğunluğun belli bir görüşte birleşmesidir.
Ortaklık: Siyasal partilerin ya da baskı gruplarının belli bir konuda birleşerek güç oluşturmasıdır.
Uyuşum: Farklı düşünce yapısındaki siyasal partilerin tam bir uyum içinde bulunmasıdır.A M A
Çatışma: Çıkarların ve düşüncelerin birbirine karşıt olmasıdır.
İhtilaf: Anlaşmazlık, ayrılık, uyuşmazlıktır.
Kutuplaşma sergileme yerine, oldukça farklı ideolojilerin partilerinin, uyuşum (accommodation) yoluyla, oydaşmacı koalisyon kurdukları ispanya süreci, oydaşmacı siyasetin bir modeli olabilir.”
1876 OSMANLI ANAYASASI
1876 Osmanlı Anayasası (Kanun-u Esasî), Sultan İkinci Abdülhamid’in görevlendirdiği, bürokratlar ve din âlimlerinden (ulema) oluşan 28 kişilik bir komisyon tarafından hazırlanmış ve hukuken Sultanın tek taraflı iradesi niteliğinde olan bir fermanla ilân edilmiştir.
1876 Anayasası, “Meclis-i Umumî” adını alan bir parlâmento kurmuştur. Bu Parlâmento, iki meclisten meydana gelmektedir. “Heyet-i Ayan” adını taşıyan meclisin bütün üyeleri, padişah tarafından atanmaktadır. Diğer meclisin (Heyet-i Mebusan) üyeleri ise, halk tarafından iki dereceli seçimle seçilmektedir. Hükümetin Heyet-i Mebusan’a karşı sorumluluğu, anayasada açıkça belirtilmiş değildir. Devlet yönetiminde ağırlık, gene de padişahtadır. Nitekim Abdülhamid II, anayasanın bu niteliğinden de yararlanarak, 1878 yılında Mebusan Meclisini dağıtmış ve ülkeyi tekrar mutlakiyetle yönetmeye başlamıştır.
“Genç Türkler” adı verilen bu muhalefet hareketi, 1908 yılında Rumeli’deki askerî birliklerin isyana başlamasıyla Abdülhamid, 1876 Anayasasını yeniden yürürlüğe koymak zorunda kalmıştır. Böylece, Osmanlı İmparatorluğunda İkinci Meşrutiyet dönemi açılmıştır. Meşrutiyete karşı olan grupların tahrik ettiği ve “31 Mart Vak’ası” adı verilen gerici ayaklanma, Rumeli’den gelen Hareket Ordusu tarafından kısa sürede bastırıldıktan sonra, Abdülhamid tahttan indirildi ve 1909 yılında Anayasa, daha demokratik bir parlâmenter sistem yönünde önemli değişikliklere uğradı.
1909 değişiklikleri ile, padişahın yetkileri daraltılarak Mebusan Meclisinin yetkileri genişletildi. Bakanlar Kurulunun Mebusan Meclisine karşı sorumlu olduğu açıkça belirtildi. Padişahın Meclisi feshetme hakkı, Âyan Meclisinin onayı ve üç ay içinde yeni seçim yapılması şartlarına bağlandı. Kanun teklif edebilmek için padişahın izninin alınması zorunluluğu kaldırıldı. Meclislerce kabul edilen bir kanunun, padişahça ya iki ay içinde onaylanması, ya da bir kere daha görüşülmek üzere meclislere geri gönderilmesi hükmü konuldu.
1921 ANAYASASI
23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla, kurumsallaşma yolunda çok önemli bir aşama kaydetmiştir. Kurucu meclis niteliğindeki bu meclis, 20 Ocak 1921 tarihinde yeni bir anayasa (Teşkilât-ı Esasiye Kanunu) kabul etti.
Anayasa, sadece 24 maddelik kısa bir metin olarak kaleme alındı. Fakat 1921 Anayasasının artık Kanun-u Esasîden çok farklı temellere dayanmakta ve yeni bir Türk Devletini kurmakta olduğu açıktı. 1921 Anayasasının en önemli yeniliği ve en devrimci ilkesi, millî egemenlik ilkesidir (m.1). yasama ve yürütme kuvvetlerinin T.B.M.M.’nde toplandığını (m.2). Meclisin bakanlara yön gösterebileceğini ve gerektiğinde onları değiştirebileceğini (m.8)
Tarihimizde Birinci T.B.M.M. dönemi (1920-23), en büyük iç ve dış tehlikeler karşısında bile demokratik bir denetim sisteminin nasıl sürdürülebildiğini gösteren güzel bir örnektir.
Birinci T.B.M.M.’nde bugün anladığımız anlamda siyasal parti grupları yoktu. Buna karşılık, Meclisin açılışından kısa bir zaman sonra, Birinci ve İkinci Gruplar adıyla anılan iki siyasal grup oluşmuştu. Birinci Grup, Atatürk’ü ve hükümeti destekleyen, İkinci Grup ise onlara muhalif olan milletvekillerinden oluşmaktaydı.
T.B.M.M., 30 Ekim ve 1-2 Kasım 1922 tarihli, 307 ve 308 sayılı iki tarihî kararıyla, Osmanlı împaratorluğu’nun sona erdiğini ve padişahlığın 16 Mart 1920 tarihinden geçerli olmak üzere tarihe karışmış olduğunu ilân etmiştir. Bu kararlarda henüz “Cumhuriyet” deyiminin kullanılmadığı ve rejimin hâlâ “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” olarak adlandırıldığı görülmektedir.
Cumhuriyeti ilan eden ve 1924 Anayasasını hazırlayan, İkinci T.B.M.M. olmuştur.
1924 ANAYASASI
v 1924’teki ilk Cumhuriyet Anayasası 1923’te seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından geliştirildi. 1923 seçimleri, Mustafa Kemal ve destekleyicileri tarafından yeni örgütlenmiş Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)’nin güçlü kontrolü ve hâkimiyeti altındaydı.
v ilk yasama döneminde (1920-1923), Mustafa Kemal’e muhalefet etmiş hiçbir milletvekili tekrar seçilmemişti. Böylece, tek parti sistemi, yeni anayasa tartışıldığı sırada pekişmiş durumda değilse de, yeni meclis hemen hemen tam olarak Kemalistlerin hâkimiyeti altında idi.
v 1924 Anayasasının en önemli eksiği: Kontrol ve dengeleme sisteminin olmamasıdır. Bu edenle, anayasa otoriter bir hükümet aracı olarak kullanıldı.
v Türkiye’de demokrasiye geçiş herhangi bir anayasa değişikliği yapılmadan, sadece seçim, basın ve dernek kanunlarında yapılan bazı değişikliklerle, başarıldı. Yargının denetimi altında serbest ve dürüst seçimleri temin eden 1950’lerin başlarında kabul edilen seçim kanunundan dolayı, muhalefetteki Demokrat Parti (DP) 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara geldi.
v 1924 Anayasası, DP’nin iktidarda olduğu on yıl boyunca değişmemiş olarak kaldı. Neden hiçbir partinin daha liberal ve çoğulcu bir demokrasinin temellerini kurmak için daha etkili anayasal kontrol ve dengeleme sistemi önermediği, merak edilebilir. En akla uygun cevap şudur: CHP, iktidarı kaybedeceğini ciddi olarak hiç düşünmemişti ve DP de, bir kere iktidara gelince, anayasanın sağladığı sınırsız çoğunluk yönetiminin kendi siyasal avantajına hizmet ettiğini keşfetti. Halkta meydana gelen genel rahatsızlıklar 27 Mayıs 1960’ta, DP iktidarını alaşağı edip geçici askeri rejim kuran, müdahale ile neticelendi.
1961 ANAYASASI
v 1960 darbesi bir grup orta rütbeli subay tarafından gerçekleştirilmiştir. Bunlar, yetkileri ele alınca, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel’in başkanlığını yaptığı, Milli Birlik Komitesi (MBK) olarak adlandırılan devrimci bir konsey olarak örgütlendiler. Anayasayı hazırlamakla görevli Kurucu Meclis; MBK ve Temsilciler Meclisi olmak üzere iki kuruluşun yan yana gelmesinden oluşuyordu.1961 Anayasası Kurucu Meclis tarafından geliştirildi. Kurucu Meclis, MGK ve Temsilciler Meclisinden oluşuyordu.
1961 ANAYASASININ TEMELÖZELLİKLERİ
Þ Genişletilmiş temel özgürlükler
Þ Vatandaşlara genişsosyal haklar,
Þ Kontrol ve dengeleme sistemi,
Þ İdari mahkemelerin güçlendirilmesi,
Þ Bağımsız yargı
Þ Yasama içinde ikinci meclis,
Þ iş güvenliğinin iyileştirilmesi,
Þ İdari özerkliği olan kamu kurumları
v Meclis tarafından kabul edilen ve halkın yüzde 61,7 çoğunluğu ile onaylanan 1961 Anayasası, devlet elitlerinin temel siyasal değerlerini ve çıkarları nı yansıtmaktaydı. Böylece, bir yandan, anayasa temel özgürlükleri büyük oranda genişletti ve vatandaşlara geniş sosyal haklar bahşetti; diğer yandan ise, anayasa, seçilmiş organların gücünü sınırlandırmak maksadıyla etkili bir kontrol ve dengeleme sistemi yaratarak seçilmiş meclislere ve siyasetçilere olan güvensizliği yansıtmaktaydı. Bu kontroller, kanunların anayasallığının yargı denetimine sunumu; bütün yürütme birimlerini denetleme gücü ile idari mahkemelerin güçlendirilmesi; yargının tam bağımsızlığı; Yasama Meclisi içinde ikinci meclisin yaratılması; devlet memurlarının, özellikle de yargıçların, iş güvenliğinin iyileştirilmesi ve üniversiteler ve Radyo ve Televizyon Kurumu gibi kamu kurumlarına önemli bir idari özerkliğin verilmesini kapsamaktaydı.
v Sosyoekonomik meselelerin düzenlenmesi konusunda, Kurucu Meclis’in çoğunluğu devletçiliğin eski Kemalist anlayış tarzını daha solcu ve ideolojik bir biçimde yorumladı. Sonuç olarak da, birçok programlayıcı (programmatic) ve ideolojik ifadeler anayasaya dâhil oldu. Böylelikle, devlet, ekonomik, sosyal ve kültürel planlama; toprak reformu; halk sağlığı konuları ve iskân; sosyal güvenlik kuruluşları; tam istihdamı sağlamada yardımda bulunma ve benzer görevlere koşuldu. Devlet ayrıca, özel teşebbüsü “milli iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun” Şekilde çalışması için zorlayabilirdi 1961 Anayasası seçilmiş meclislere güvensizliği yansıtmaktaydı ve Osmanlı’daki üçlü (saray, ordu, ve ulema) iktidara geri dönüşü temsil etmekteydi.
v Şüphesiz, 1961 Anayasası hakkındaki bu olumsuz görüşleri, kısmen DPAP’nin 1950’ler ve 1960’larda “tabii” çoğunluk partisi olması ve bu yüzden seçilmiş meclislerin yetkisine bürokratik sınırlandırmalar uygulanmasından rahatsız olması gerçeği, ayrıca güçlendirdi. Subayların maaşları ve diğer hakları 1960’larda büyük ölçüde iyileştirildi. Silahlı kuvvetler içindeki güçlü radikal bir grup AP iktidarından ve onun temel olarak muhafazakâr politikalarından hâlâ memnun değilse de, bu grubun komplocu faaliyetleri üst seviyedeki komutanların desteğini kazanmada başarısız oldu.
v AP hükümetini istifaya zorlayan 12 Mart 1971 askeri muhtırası en üst seviyedeki komutanların radikal bir darbeninönüne geçmek için yaptıkları bir son dakika harekâtı idi. izleyen günlerde, birçok radikal subay süratle emekli edildiler ya da ordudan atıldılar, böylece daha muhafazakâr askeri liderlerin konumları güçlendi. 12 Mart rejimi parlâmentoyu dağıtacak ve yetkiyi doğrudan doğruya üstlenecek kadar ileri gitmedi. Onun yerine, 12 Mart rejimi, tecrübeli CHP’li siyasetçi Nihat Erim başkanlığında, partiler üstü ya da teknokratik bir hükümet kurulmasını teşvik etti.
1971 ve 1973 Anayasa değişiklikleri:
Þ Temel özgürlüklerin kısıtlanması,
Þ Mahkemelerin denetleme yetkilerinin sınırlandırılması,
Þ Yürütmenin güçlendirilmesi ve
Þ Askerlerin kurumsal özerkliğinin arttırılmasıdır.
1982 ANAYASASI
v 1982 Anayasası Danışma Meclisi tarafından geliştirildi. Bu meclis bütün üyeleri MGK tarafından atandı. Bu Kurucu Meclis ile 1960-1961 Kurucu Meclisi arasında önemli farklılıklar bulunmaktaydı. şimdiki durumda, sivil meclis (Danışma Meclisi) 1960-1961 dönemindeki Temsilciler Meclisi’nden daha az temsili niteliği taşımaktaydı.
v Temsilciler Meclisi muhalefetteki iki partiden ve çeşitli diğer kurumlardan temsilciler içermişken, Danışma Meclisi’nin bütün üyeleri MGK tarafından atanmıştı. Bunun yanında, hiçbir siyasal parti üyesi Kurucu Meclis’e üye olmaya uygun bulunmamıştı. Sonuç itibari ile devlet eliti, Danışma Meclisi’nde, Temsilciler Meclisi’nde olduğundan daha çok ağırlığa sahipti. Danışma Meclisi MGK karşısında, Temsilciler Meclisi’nin MBK karşısında olduğundan daha az yetkiye sahipti.
v MGK, Danışma Meclisi tarafından hazırlanmış anayasa taslağını, iki meclis arasındaki farklılıkları çözecek bir mekanizma tasavvur edilmeden, mutlak bir değiştirme ve reddetme yetkisine sahipti.
v 1961 Anayasasının halk oylaması, makul derecede özgür bir atmosferde meydana gelmişken ve bu anayasaya muhalefet edenler (özellikle de AP) kendi görüşlerini yayabilmişken, 1982 referandumu, devlet başkanı ve MGK Başkanı Orgeneral Kenan Evren’nin yürüttüğü tek taraşı bir kampanyayı izledi.
v 1982 Anayasası yine devlet elitlerinin değerlerini ve çıkarlarını yansıtmaktaydı.1961 anayasasının göre “milli irade”ye, seçilmiş meclislere, siyasal partilere, siyasetçilere ve sendikalar, meslek kuruluşları ve gönüllü dernekler gibi diğer sivil toplum kurumlarının hepsine daha az güvenmekteydi. Sendikalar zayıflatıldı ve dernek kurma özgürlükleri önemli ölçüde kısıtlandı. Siyasal partiler ile sendikalar, meslek örgütleri, vakıflar, dernekler ve kooperatifler arasındaki herhangi bir işbirliğine müsaade edilmedi.
1982 Anayasanın temel özellikleri
Þ Sınırlandırılmış temel özgürlükler,
Þ Vatandaşın sosyal haklarının sınırlandırılması,
Þ Yargının denetleme yetkisinin sınırlandırılması,
Þ İdari özerkliğin kaldırılması,
Þ Güçlendirilmiş cumhurbaşkanı ve
Þ Güçlendirilmiş MGK’dır.
v Askerler artık, büyük ölçüde parçalanmış, siyasal partilerin nüfuz ettiği ve radikal siyasal fikirlere açık olarak gördükleri sivil bürokratlara güvenmemekteydiler. Bu yüzden, cumhurbaşkanına, askerlerin özellikle hassas oldukları iki alanda, yani yüksek mahkeme yargıçlarını ve üniversite rektörlerini atamada, önemli gerçek yetkiler verildi. Kısaca, 1982 Anayasası, güçlendirilmiş bir cumhurbaşkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu ile, askerin siyasal sistemin nihai koruyucusu
ve hakemi olmasının devamı amacıyla tasarlandı.
v 1982 Anayasası’nın idare sistemi en iyi şekilde parlâmentarizmin değiştirilmiş yada zayıflatılmış şekli olarak tanımlanabilir.10 Anayasanın bu okunuşunun, 1983’tedemokrasiye tekrar geçişten bu yana gelişen anayasal uygulama ile daha tutarlı olduğu görülmektedir.
Parlâmenterizm: Parlâmentoya dayanan, yürütme organının seçimle işbaşına getirilmiş yasama organına karşı sorumlu olması ilkesine dayanan yönetim biçimidir.
1983 Sonrası Anayasa Değişikliği Üzerine Tartışmalar
v Özal, yalnızca insan hakları beyannamesinden oluşan bir anayasa önermişti.
v SHP’in projesi, cumhurbaşkanının parlâmentonun beşte üç çoğunluğu ile seçildiği (cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamak için) ve çok sınırlı yetkilere sahip olduğu klasik bir parlâmenter sistem öngördü. SHP’in planı ayrıca, yargının bağımsızlığının güçlendirilmesini, üniversitelerin özerkliklerinin artırılmasını ve sendikalar ve diğer sivil toplum kurumlarının siyasal faaliyetleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırmasını da vurgulamaktaydı. Bir anlamda, SHP’in projesi 1961 Anayasasının temel özelliklerine geri dönüş anlamına gelmekteydi.
v DYP’nin projesi, Fransız Beşinci Cumhuriyet modelinden ilham alındığı açıkça belli olan yarı başkanlık sistemini önererek, Türk anayasa geleneneğinden daha radikal bir ayrılış tasavvur etmekteydi. Cumhurbaşkanı, halk tarafından iki turlu bir sistemle seçilecekti ve şu yetkilere sahip olacaktı: Meclisi feshetmek, kanunları referanduma sunmak, kanunları Meclis’e yeniden görüşülmesi için geri göndermek(bu durumda Meclis cumhurbaşkanının vetosunu aşabilmekte, ama bu basit çoğunlukla değil üye tamsayısının mutlak çoğunluğu ile olmakta) ve milli güvenlik ve dış politikanın temel ilkelerini kararlaştırmak. Cumhurbaşkanı, ayrıca, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun başı olacaktı ve böylece yargıçların aday gösterilmesini veto etme yetkisine sahip olacaktı. DYP planı, ayrıca, temel özgürlükler ve sivil toplum kurumlarının siyasal faaliyetleri üzerindeki belirli kısıtlamaları kaldırmayı tasavvur etmekteydi.
v 18 Mayıs 1987 tarihindeki 3261 numaralı kanunla kabul edildi. Oy verme yaşını yirmi birden yirmiye düşüren ve milletvekili sayısını 400’den 450’ye çıkaran iki nispeten küçük ve tartışmasız değişikliği hariç tutarsak, bu anayasa değişikliği, anayasa değiştirme yöntemini bir ölçüde daha kolay kılan değişikliği ve eski siyasal liderlerin siyasal Faaliyetlerini yasaklayan geçici 4.Madde’nin kaldırılmasını içermekteydi.
MAYIS 1987’DE YAPILAN ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ
Þ Oy verme yaşı 21’den 20’ye düşürüldü,
Þ Milletvekili sayısı 400’den 450’ye çıkartıldı ve
Þ Geçici 4.Madde kaldırıldı.
v 1987 anayasa değişikliği, geçerli oyların basit çoğunluğunun anayasa değişikliği yapmaya yeterli olduğu referandum sahasını genişleterek, anayasayı olduğundan daha esnek hale getirdi ve anayasa değişikliği üzerindeki halk kontrolünü artırdı.
v 20 Ekim 1991 seçimleri ANAP iktidarına son verdi ve DYP-SHP koalisyon hükümetini iktidara getirdi
1997 ‘DEKİ 1982 ANAYASASINDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
Þ Başlangıç bölümünün 1980 darbesiyle ilgili paragrafı kaldırıldı,
Þ Siyasi faaliyetlere katılma hakkı genişletildi,
Þ Seçmen yaşı 18’e düşürüldü,
Þ TBMM üye sayısı 550’ye çıkarıldı,
Þ Kamu çalışanlarına sendikalaşma hakkı verildi,
Þ Siyasal partilere katılım yaşı 18’e düşürüldü ve
Þ Siyasal partilerin örgütlenme hakları genişletildi.
1999 DEĞİŞİKLİKLERİ
* 1982 Anayasasında 1999'da yapılan değişiklikler:
1- Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve
2- Devletleştirmeye ilişkindir.
2001 DEĞİŞİKLİKLERİ
2001 Haziranında Anayasanın 37 maddesinin değiştirilmesi konusunda uzlaşmaya varmıştır. Değişiklik teklifi üzerindeki Genel Kurul görüşmeleri 24 Eylül tarihinde başlamış ve 3 Ekim tarihinde sonuçlanmıştır. Teklifin tümü, 16’ya karşı 474 oy gibi büyük bir çoğunlukla kabul edilmiştir. Görüşmeler sırasında teklifteki üç madde (milletvekili seçilme yeterliliğinin genişletilmesine, milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılmasına ve uluslararası andlaşmalarm milli kanunlardan daha üstün bir konuma getirilmesine ilişkin öneriler) yeterli çoğunluğu sağlamayarak reddedilmiştir. Böylece, 4709 sayılı Kanunla Anayasanın 34 maddesi değiştirilmiştir.
Deşişiklikler şunlardır; 1-Temel hak ve hürriyetlere ilişkin hükümler,
2-Siyasal haklara ilişkin hükümler,
3-Hukuk devletine ilişkin hükümler ve
4-Sivil ve askeri otoriteler arasındaki ilişkiler
konusundaki değişiklikler.
2002 DEĞİŞİKLİKLER
27.12.2002 tarihli ve 4777 sayılı Kanunla, Anayasanın 76 ve 78’inci maddeleri değiştirilmiştir. Milletvekili seçilme yeterliliğini düzenleyen 76’ncı maddedeki “ideolojik veya anarşik eylemlere katılma” ibaresi, “terör eylemlerine katılma” olarak değiştirilmiştir. 78’ınci maddeye eklenen fıkraya göre de “bir ilin veya seçim çevresinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesinin kalmaması halinde boşalmayı takip eden doksan günden sonraki ilk Pazar günü ara seçim yapılır.” Tümü, 18’e karşı 440 oyla kabul edilen bu değişiklikler, bir mahkûmiyeti nedeniyle 2002 seçimlerine katılamamış olan Tayyip Erdoğan’a milletvekilliği ve dolayısıyla başbakanlık yolunu açmıştır.
2004 DEĞİŞİKLİKLER
22 Mayıs 2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunla, Anayasanın on maddesinde önemli değişiklikler gerçekleştiril-miştir. 38’inci maddede yapılan değişiklikle ölüm cezasının tümden kaldırılmış olmasıdır.
38’inci maddede yapılan başka bir değişiklikle, “vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez” hükmüne, “ Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere” ibaresi eklenmiş
90’ıncı maddede yapılan değişiklikle, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlık-larda milletlerarası and- laşma hükümleri esas alınır” hükmü getirilmiştir.
143’üncü maddenin yürürlükten kaldırılmasıyla, 1999’da sivilleştirilmiş olmalarına rağmen, hukuk devleti ilke-lerine uygunluğu hâlâ tartışmalı olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri tümden kaldırılmıştır.
131’inci maddede yapılan değişiklikle, Yükseköğretim Kurulundan Genelkurmay Başkanlığı temsilcisi çıkarıl-mıştır.
160’ıncı maddenin son fıkrasının yürürlükten kaldırılmasıyla, Silahlı Kuvvetler elinde bulunan Devlet malla-rının TBMM adına Sayıştayca denetlenmesinin yolu açılmıştır.
10’uncu maddeye “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” fıkrasının eklenmesi suretiyle, kadınlar lehine pozitif ayrımcılıkta bulunulması mümkün kılınmıştır.
2007 DEĞİŞİKLİKLER
1982 Anayasası (m. 102 ) Cumhurbaşkanının, 7 yıllık bir süre için, TBMM tarafından nitelikli çoğunlukla seçil-mesini öngörmüştü. Buna göre en çok dört turda sonuçlandırılması gereken cumhurbaşkanı seçiminde, ilk iki turda TBMM üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu, son iki turda da üye tam sayısının salt çoğunluğu aranıyordu. Ancak Anayasada oylamalara geçilebilmesi konusunda özel bir “toplantı yetersayısı” öngörülmemişti.
Anayasanın bazı maddeleri 31.5.2007 tarihli ve 5678 sayılı kanunla değiştirilerek, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yöntemi benimsenmiştir. Değişen 101’inci maddeye göre, “Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçil-me yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesi-lir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.
SİYASAL PARTİNİN TANIMI
Duverger’ye göre, “modern partiler, programlarından veya üyelerin mensup olduğu sınıftan çok, örgütlerinin mahiyetiyle ayırt edilebilirler. Bir parti, belli bir yapıya sahip bir insan topluluğudur. Modern partilerin başlıca ayırıcı özelliğini, bunların anatomileri teşkil eder.
SİYASAL PARTİLERİN KÖKENİ
Bugünkü anlamında partiler, ancak yüz elli yıllık bir geçmişe sahiptir. modern siyasal partilerin doğuşu, 19. yüzyıl Avrupa’sında kendini gösteren iki önemli gelişimin sonucudur. Bunlardan ilki, temsilî ve sorumlu hükümet ilkesinin yerleşmesi; İkincisi ise oy hakkının genişletilmesidir.
Duverger, Parlâmento dışında kurulan partilerle, özellikle işçi sendikalarının, köylü kuruluşlarının, kiliselerin ve diğer dinî cemaatlerin girişimiyle kurulan partiler kastedilmektedir. Sendikalar tarafından kurulan partilerin en tipik örneklerinden biri Ingiliz İşçi Partisidir.
Adem-i merkeziyetçi: Merkezi otoritenin yönetsel fonksiyonlarının yerel otoritelere (yerel yönetim) dağıtılması.
PARTİ TİPLERİ
Partileri, örgütsel özellikleri açısından sınıflandıran Duverger, temel olarak, kadro partileri ile kütle partileri arasında ayrım yapmaktadır.
Komite: Kadro partilerinde temel örgüt birimi
Ocak veya Şube: Kütle partilerinde toplam üye sayısını arttırmaya çalışan birim.
Ocak genellikle küçük bir coğrafi bölgede (belde veya mahalle) kurulur ve komitenin aksine, toplam üye sayısını arttırmaya çalışır. Gene komitelerden farklı olarak ocak, sadece seçim dönemlerinde değil, sürekli olarak aktiftir. Toplantılarında sadece seçim taktikleri değil, daha öncelikli olarak siyasal eğitim ağırlık taşır.
Duverger, Kütle partileri, meselâ Fransız Sosyalist Partisi “için üye devşirme, gerek siyasal gerek malî yönden temel nitelik taşır. Bir defa parti, işçi sınıfını siyasal bakımdan eğitme, bu sınıf içinden ülkenin hükûmet ve yönetimini ele alabilecek bir elit yetiştirme amacını gütmektedir. Kadro partisi, farklı bir anlayışa uygun düşmektedir. Burada, seçimleri hazırlamak, kampanyayı yürütmek ve adaylarla teması muhafaza edebilmek için, seçkinlerin bir araya getirilmesi söz konusudur. Bu seçkinler arasında, her şeyden önce, adı, prestiji veya ilişkileri sayesinde adaya destek olabilecek ve oy sağlayabilecek nüfuzlu kişiler; ikincisi, seçmenlere yön verme ve kampanyayı örgütlendirme sanatını bilen teknisyenler; nihayet, savaşın barutunu sağlayan malî destekçiler vardır.
Duverger, iki ana tip olarak gördüğü kadro ve kütle partilerine ek olarak, üçüncü bir tipi, yani “müminler partisi” adını da verdiği totaliter partileri ele almaktadır.
Neumann, partileri “bireysel temsil partileri,” demokratik sosyal bütünleşme partileri,” ve “topyekûn bütünleşme partileri” olarak üçe ayırmaktadır. Bireysel temsil partileri, çabalarının hemen tamamını, seçim kampanyaları, parlâmento ve hükûmet çalışmaları gibi salt siyasal mahiyette faaliyetler üzerinde toplayan partilerdir. Demokratik sosyal bütünleşme partilerinde ise, parti ile üyeler arasındaki bağ, totaliter partilerdekinden zayıf, fakat bireysel temsil partilerindekinden kuvvetlidir. Parti, salt bir siyasal örgüt, bir seçim kazanma makinesi değil, belli bir sınıf, etnik grup veya dinsel cemaatin, kendilerince kutsal sayılan değerleri siyaset planında gerçekleştirmek için yarattıkları bir harekettir. Demokratik bütünleşme partilerinin ideolojileri, totaliter ideolojiler derecesinde sert ve bükülmez olmamakla beraber, gene de sistemli, bağlayıcı ve kapsayıcı niteliktedir. Parti, maneviyat alanında belli bir dinsel veya ahlakî doktrinin kutsallığını yahut belli bir sosyo-ekonomik sistemin yüksek ahlâkî değerini vurgulamakla birlikte, pratik siyasal eylem alanında durumun gerektirdiği esneklikleri göstermekten kaçınmaz.
Çoğulcu: Çoğulculuk yanlısı olan partiler
Hegemonyaci: Bir siyasal partinin, başka bir grup veya kişi üzerindeki siyasal üstünlüğü ve baskısı
1960’ların ortalarında Otto Kirchheimer, “burjuva bireysel temsil” partilerine, “sınıfsal kütle” partilerine ve “mezhepsel kütle” partilerine ek olarak, “herkese açık parti” (catch-allparty) adını verdiği yeni bir tipin ortaya çıktığını ileri sürmüştür.15 Bu partilerin ayırıcı özellikleri, gevşek bir örgüt yapısı, yüzeysel ve müphem bir ideoloji ve çok büyük ölçüde seçimlere dönük bir yönelimdir.
PARTİLERİN FONKSİYONLARI
Gunther ve Diamond’a göre siyasal partilerin yerine getirdikleri fonksiyonlar, yedi başlık altında toplanabilir: (1) aday belirleme; (2) seçim mobilizasyonu, yani seçim sürecinde kendi taraftarlarını veya diğer seçmenleri parti adaylarına oy vermeye yöneltmek üzere girişilen faaliyetler. Bu iki fonksiyon, “elitlerin devşirilmesi” ( elife recnıitment) başlığı altında birleştirilebilir; (3) “sorunların yapılandırılması” Ussııe strııctu ring), yani seçim kampanyasına temel teşkil edecek sorunların belirlen mesi; (4) “sosyal temsil,” ya da çeşitli seçmen gruplarının talep ve beklentilerinin dile getirilmesi; (5) “menfaatlerin birleştirilmesi” (interest aggregation). Modern bir toplumda pek çok sayıda değişik menfaat ve bunları gerçekleştirmeye çalışan sosyal gruplar vardır. Ancak bu grupların hepsinin bir siyasal parti temelinde örgütlenmelerine ve başarılı olmalarına imkân yoktur. Dolayısıyla çağdaş demokrasilerde partilerin en önemli fonksiyonlarından biri, birbirleriyle nisbeten uzlaşabi-lecek nitelikteki çok sayıda menfaati birleştirmek, bağdaştırmak ve seçmenlerin rasyonel bir tercih yapmalarını mümkün kılacak şekilde onlara sunulacak siyasal programları ya da alternatifleri, nisbeten az sayıya indirgemektir; (6) bir hükûmet kurmak ve onu sürdürmek; (7) sosyal bütünleşme, diğer bir deyimle seçmenlerin etkin siyasal katılmasını sağlamak ve onlarda, demokratik sistemin sürdürülmesinde önemli bir menfaatleri olduğu duygusunu yaratmak.
PARTİ SİSTEMLERİ
1-İki Parti Sistemi
İki-parti sistemi, bir ülkede sadece iki partinin varlığı anlamına gelmez. İki-parti sistemi, siyasal yarışmanın esas itibariyle iki büyük parti arasında geçmesini ve iktidarın bu iki parti arasında el değiştirmesini ifade eder. İki-parti sisteminin tipik örnekleri arasında İngiliz ve Amerikan parti sistemleri gösterilebilir. Her iki ülkede birçok küçük parti mevcut olmakla beraber, iktidar yarışması, Amerika’da Demokratlarla Cumhuriyetçiler, İngiltere’de de Muhafazakârlarla İşçiler arasında cereyan etmektedir.
İki-parti sisteminin fonksiyonel özellikleri şöyle tanımlanabilir: (a) ancak iki parti parlâmentoda çoğunluk için mücadele edebilecek durumdadır; (b) bunlardan birisi, parlâmentoda tek başına hükûmet kurmasına yetecek bir çoğunluk kazanır; (c) iktidarın iki parti arasında el değiştirmesi olasılığı yüksektir.
Koalisyon: Birden fazla partinin bir araya gelmesiyle oluşturulan yönetim.
2-Çok Parti Sistemi
Sartori, partilerin sayısı yanında, siyasal sistemdeki kutuplaşmanın derecesine ve sistemin dinamizminin merkezcil veya merkezkaç oluşuna göre, çok-parti sistemlerini, ılımlı çok-parti ve aşırı çok-parti sistemleri olarak ikiye ayırmaktadır. Ilımlı çok-parti sistemi, aşırı derecede kutuplaşmamıştır; partiler arasındaki ideolojik mesafe büyük değildir. Sistem-karşıtı partilerin gücü, ihmal edilebilecek derecede önemsizdir. Partiler, iki-parti sistemini andırır şekilde, iki temel eğilim veya iki kutup etrafında toplanmışlardır. Ilımlı çok-parti sisteminin örnekleri, İskandinav ülkelerinde, İsviçre, Almanya ve Hollanda’da görülmektedir.
Aşırı çok-parti sistemi ideolojik bakımdan aşırı kutuplaşmıştır. Sistemin iki ucunda rejim karşıtı partiler yer almakta ve bunlardan biri veya her ikisi, gerek ülke gerek parlâmento içinde önemli bir güç oluşturmaktadır. Aşırı partilerin dışında, birkaç merkez partisinden oluşan bir merkez koalisyonu vardır. Dolayısıyla sistem, iki-kutup- lu değil, üç kutuplu ya da çok kutupludur. (multipolar).
Aşırı çok-parti sisteminin başka bir sakıncası da, merkez partilerinden oluşan hükûmet koalisyonlarının, genellikle, cesaretli ve tutarlı politikalar izleme yeteneğinden yoksun olmalarıdır. Bu tür sistemlere örnek olarak, Weimar Almanya’sı, Dördüncü Cumhuriyet Fransa’sı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya gösterilebilir.
SEÇİM SİSTEMLERİ VE PARTİ SİSTEMLERİ
Duverger’nin, “Duverger kanunları” olarak da anılan ayrıntılı önermeleridir. Yazara göre, “parti sistemi ile seçim sistemi, birbirlerine çözülmez şekilde bağlı ve bazen analiz yoluyla bile ayır- dedilmesi güç iki gerçekliktir...Seçim sisteminin genel etkisi, aşağıdaki üç formülde şemalaştırılabilir: (1) Nisbî temsil, sert, bağımsız ve ( coşkusal akımlar dışında) istikrarlı partilerden kurulu bir çok-parti sistemini teşvik eder; (2) İki turlu çoğunluk usûlü, yumuşak, bağımlı ve (her zaman için) nisbeten istikrarlı partilerden oluşan bir çok-parti sistemini teşvik eder; (3) Tek-turlu basit çoğunluk sistemi, iktidarın büyük bağımsız partiler arasında el değiştirdiği bir iki-parti sistemini teşvik eder.”
Duverger’ye göre, tek-turlu basit çoğunluk sisteminin29 iki-parti sistemini teşvik etmesi, kitabında ileri sürdüğü bütün varsayımlar arasında “gerçek bir sosyolojik kanuna en çok yaklaşanadır. Yazar, bu ilişkiyi bir “tunç kanun” olarak nitelendirmekte ve iki değişken arasında hemen hemen tam bir korelasyonun gözlemlendiğini; iki partili tek-turlu basit çoğunluk sistemine sahip olduklarını, bu sistemi uygulayan ülkelerde de iki-parti sisteminin mevcut olduğunu belirtmektedir.
Mekanik etken ve psikolojik etken. Mekanik etken, üçüncü (en zayıf) partinin eksik-temsiline, yeni parlâmentodaki sandalye oranının, oy oranından daha düşük olmasına dayanır. Mekanik etken, bir süre sonra, Duverger’nin “kutuplaşma olayı” adını verdiği psikolojik etkeni harekete geçirir.
Duverger’nin ikinci önermesi, iki-turlu çoğunluk usûlünün32, çok-parti sistemini teşvik edeceğidir. Çünkü bu sistemde benzer eğilimli partilerin çokluğu, bunların toplam milletvekili sayısını olumsuz yönde etkilemez.
Ehven- i Şer: Olumsuz iki seçenekten birinin mecburen tercih edilmesi durumu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder